Mucizelere bel bağlayarak geçirdiğimiz bir hafta yaşadık. Hem bu kurtuluşlara sevindik hem de buna gerek kaldığı için kahrolduk.

Keşke mucizelere muhtaç kalmasaydık da sıradan yaşantımızda deprem sıradan bir olay olarak geçip gitseydi. Keşke nice memleketlerdeki gibi depreme maruz kaldığımızda acaba enkaz altında kalacak mıyım diye telaş etmeden yaşayabilseydik.

6 Şubattan beri geçen her dakika her şeyden utanır oldum. Üşümekten, ısınmaktan, sevinmekten, üzülmekten, uyumaktan, uyanmaktan, nefes almaktan, sevdiklerimi görebilmekten ve daha nicelerini yaşadıkça utanır oldum. Milyonlarca insanımızın yaşadığı acıları gördükçe kendi hayatımda şikayet ettiğim her şeyden utanır oldum. Meğer ne kadar çok değerini bilemediğim şey varmış. Siz de böyle hissediyorsunuz değil mi?

YÜZÜMÜZE ÇARPAN GERÇEK

Bu depremle beraber büyük bir gerçek yüzümüze daha da derinden çarptı. Biz deprem ülkesiyiz ve depreme hazırlıksızız. 99 depreminden sonra çıkartılan derslerle deprem yönetmeliği daha belirgin uygulanmaya başlandı. Ancak son yıllarda yaşadığımız depremlerle beraber insanların da akıllarına soru işareti düşmeye başladı. Bu yönetmelik yetersiz mi yoksa denetimler mi yetersiz? Aslında her ikisinde de sorun var. Yönetmelik, Türkiye şartlarına göre yetersiz. Biz deprem ülkesiyiz ve çok fazla aktif faya sahibiz. Büyük depremler yaşamasak bile düşük şiddetli birçok depremle yüzleşiyoruz. Her depremde de binalarımız aslında yaralanıyor. Bu yüzden yeni bir yönetmelik çıkartarak standartlarımızı yükseltmeliyiz. 1. Derece deprem bölgesi olan yerlerdeki çok katlı binalarda raylı sistemi yaygın olarak kullanmaya başlamalıyız. Tüm bölgelerimizde de deprem yönetmeliğine uygun olmayan binaların oturum izinlerini iptal etmeliyiz.

Denetim konusunda da yetersiziz. Hem müteahhitlik hem denetçilik yapan kişi ve kurumlar var. Hem oyuncu hem hakem olunur mu? Birçok usulsüzlüklerle bu yönetmelik deliniyor. Bunu hem denetlemiyoruz hem de cezalandırmıyoruz. Sonra yıkılan binaları yapanlar “bana binaları sormayın” diye bizimle alay edercesine cevap verebiliyor. Bir de yurtdışına kaçmaya çalışıyor. -Sizin vicdanınız da yok ahlakınız da yok.- Suç sadece onlarda mı? Bu binalara kim oturma izni verdi? Kim denetledi? “Cennetten bir bahçe” diye satılan bu binalar nasıl bunca insanımıza “mezar” oldu? Bu konuda kimin ihmali varsa hepsi aleme ibret olacak şekilde cezalandırılmalı ve son depremi bir milat kabul ederek gerekenleri yapmaya bir an önce başlamalıyız.

EVLERE DE VİZE ŞART

Bina kimlik sertifikasının yaygınlaştırılması ve yaptırıcılığı konusunda denetlemeler yapmalıyız. 6 Şubat depremine kadar böyle bir şeyden ben habersizdim. Bina kimlik sertifikası hakkında halkımızı bilgilendirmeli yapılan ve oturulan binalar için önemini kavramalarını sağlamalıyız. Düzenli olarak arabalarımıza ve taşıtlarımıza “vize” alıyoruz. Çünkü araçlarımıza canımızı emanet ediyoruz ve eksiksiz şekilde çalışıyor olması gerekiyor. Her ne kadar bu alanda bir tekelleşme mevcut olsa da yararlı bir uygulama olduğu apaçık ortada. Peki, hayatımızı geçirdiğimiz evler için neden böyle bir uygulama yok? Vize alamadığımız araçla trafiğe çıkamıyorken bizlere mezar olan evler içinde yaşamamıza neden müsaade ediliyor? Buradan tüm halkımıza sesleniyorum: Bir an önce evlerimizin düzenli olarak denetlendiği ve belgelendiği bir sistem için kamuoyu oluşturun. Siz isterseniz yöneticiler bu konu hakkında adım atacaklardır. Güvenli ve sağlam evlerde oturmayı istemiyor musunuz? Araçlarınızı düzenli olarak vizeye götürüyorsunuz çünkü canınıza değer veriyorsunuz. Neden aynı şeyi evleriniz için istemiyorsunuz? Evleriniz araçlarınızdan daha mı değersiz?

Canımıza paramızdan daha fazla değer veriyorsak artık bir şeyler yapmalıyız. Yoksa önümüzdeki nice depremlerde daha çok mucizeler bekler daha çok mezar olan evlere şahit oluruz.