Kardeşlerimle arada bir telefon ekranında bir araya geliyoruz, üçlü dörtlü sohbetler. Altıya kadar çıktığı oluyor bazen. Geçen gün de öyle bir sohbette laf lafı açtı, konuşma ilginç yerlere geldi.

Önce paradoksal bir şekilde telefonun zararlarından, nasıl saatlerimizi, değerli ömür kapitalini yiyip bitirdiğinden yakındık. Misafir olduğumuz bir mekanda o mekanı çekiştirmek gibi bir şeydi doğrusu.

Sonra bir ara Arife ilginç bir konuya girdi.

“... Bazen yürüyüşe çıkıyorum. Yol imgelerle dolu aslında,” dedi.

Biz bu imgeler de neymiş diye şaşkın bakarken devam etti anlatmaya:

“Geçen gün görümcemi geçirmek için çıktık. Kayınvalidelerle aynı sitede oturuyor. Ama evlerinin fiziki durumu, genişliği filan aynı olsa da pencerenin baktığı manzara, bakısı her şeyi değiştiriyor. Zahiren benzer olan evler bambaşka mekanlara dönüşüyor.”

“Ee?”

“İnsanlar da öyle diye düşündüm sonra, bakıyorsun hemen hemen aynı şeyleri yaşamış insanlar ama biri tükenmiş, diğeri hayata umutla bakıyor. Bakış açısında düğümleniyor mesele. Hani eskiden bir yazar demişti ya; evler insanlar gibidir diye…”

Nereye gönderme yaptığını anlamıştım, düzelttim.

“Öyle değildi o, evler de insanlar gibidir demişti, doğar, büyür, ölür…”

“Olsun, böyle de oluyor…” dedi.

Sonra bu düşünceyi devam ettirdik. Evler insana benzer, insan da eve benzer ama ev değildir, dedik. Sonra insanın ev ve ağaç olmadığı çünkü isterse yürüyüp güzel manzaralı yere gidebileceği, bakış açısını değiştirebileceği hususunda mutabık kaldık.

İşte öyle, insan eve benzer ama ev değildir, ağaca benzer ama ağaç da değildir…

Bir işim çıktı, gidip geldim, hala konuşuyorlardı, tekrar katıldım sohbete. Ben yokken kuşun tek kanatla da uçabileceği gibi absürt bir imaj üzerine konuşuyorlardı. Arife ablasını bunun uçmak değil sürünmek olacağına ikna etmeye çalışıyordu. “O kuş değil yuvadır, yuvanın uçması gerekmez, kuş uçar, gider gelir, yuvaya döner,” gibi bir şey dedim.

Sonunda Fatma bir moderatör gibi konuşmayı özetleyip oturumu kapattı.

“Böyle tek tek insanın ne olmadığı üzerinden gidersek uzun sürecek tüme varmamız,” dediler.

Fatma “İnsan insan derler idi, insan nedir şimdi bildim” diyen sufinin bildiği neydi acaba diye bir sorgulama içindeydi son cümlelerini söylerken.

Güzel bir sohbetti. Ben de uçup gitmesin diye buraya not ettim işte. Bunu yazmasaydım geçen cuma gittiğim caminin çintemani desenli halısından bahsedecektim. Çintemaninin tarihi yolculuğundan söz ederken belki tekrara düşecektim, belki sıkıcı olacaktı, bilmiyorum.

hudai-can-2

Avun gönlüm, avun!

Kitap fuarında tanıştığım bir şair Hüdayi Türköz. Yan yana oturduk bir gün boyunca, havadan sudan konuştuk. Daha önce de sosyal medyada karşılaşmıştık. Sağ olsun bana kitabını imzaladı. “Bir Resim Gibi” kitabın adı. Bir emekli öğretmen olan şairin ömründen kesitler var şiirlerde, bir resim gibi gerçekten. Arada sayfalar arasına resimler de serpiştirilmiş. Kitabı ablama gittiğim bir gün  gidiş geliş 190 numaralı otobüste okudum.

Bir yerde “Avun gönlüm avun, / Bitiyor eğlence” diyor adaşım. Bu dizeleri okuyunca daldım gittim. Gönle bu hitap o kadar güzel, o kadar köklü ki. Karacaoğlan’dan Sabahattin Ali’ye birçok varyantı var, nağmeler zihninde birbiri ardına yankılanıyor otobüs giderken. “Gamlanma gönül gamlanma” “Aldırma gönül aldırma” Hüdayi Öğretmen’in dizelerini epigraf yapıp bir şiir de ben yazayım dedim hatta. Ama şimdilik olmadı, belki bir gün gelir esin. Eser gelir, yazarım.

Altını çizdiğim dizelerden bazıları da şunlardı:

“Heybem hayat dolar sürekli”

“Rüya, kuş ve yağmur kardeşmiş

Bunu seni görünce anladım.”

Beni Asla Bırakma

Kütüphaneden aldığım iki kitap vardı, araya başka kitaplar girince biraz geciktirdim ama yine de okudum, bugün değiştireceğim. Biri Samuel Beckett’in bir kitabıydı, açmadı. Daha önce Camus okurken de öyle olmuştu. Varoluşçuların bu grubu bana pek hitap etmiyor sanırım. Sartre farklı yalnız, onun bir romanını şaşırarak ve zevk alarak okumuştum. Anlıyorum da ne demek istediklerini ama sevmiyorum işte. Sanırım Yahya Kemal “Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden” derken böyle bir şeyi kastediyordu. Bu arada üstattan farklı olarak ben duyabildiğim kadarıyla İslav kederinden zevk alıyorum.

Diğer kitap Kazuo Ishiguro imzalı “Beni Asla Bırakma”. Gerçekten etkileyici bir kitaptı. Anlatımı da çok hoş. Akıp gidiyor. Konu ilginç. Benzer konular belki farklı tarzlarda çok işlenmiştir. Mesela Vehbi bir anime izletmişti beş altı bölüm kadar, onda da benzer bir konu vardı. Ama bu farklı,  edebi eser olarak hakkı verilmiş konunun. Güncel bir tartışma ve etik kaygılar... Belki okumak isteyen olur diye içeriğe girmek istemiyorum. Özellikle genç okurlarım, kızlarım, yeğenler filan ipucu içeren yorumları sevmiyor.