Ömür defterini güzel bir şekilde kapatmak nasıl olur?

Hayır duayla, gürültüsüz patırtısız, şaşaasız… Sessiz bir hayat ve sessiz, güzel bir veda…

Bu pazartesi Halil Baba'yı yeni evine yolcu ettik.

Aslı Yumurtaşlı, Ucarı'da çalışmış yıllarca, çiftlikte bekçilik yapmış. Oralarda Bekçi Halil diye tanınıyor. Kaynatam. Başta nasıl hitap edeceğimi bilmiyordum. Amca, dayı, emmi gibi bir şey de diyebilirdim. Ama çevresinde birçok genç, çocuk Halil Baba diyordu ona. Yani Halil Baba benim bulduğum veya bana has bir hitap değil.

Biz tanıştıktan bir yıl sonra Dodurga'ya taşındılar. Zeynep Anne'min köyüne. Zeynep Anne seslenişi de kuzenlerden ödünçleme. O da ailede hemen hemen herkesin Zeynep Annesi.

Yıllardır sağlık sorunları vardı. Hep perhizle, ilaçlarla, doktor kontrolüyle yaşıyordu. Ama yataklara düşmedi uzun boylu. Ölümle de evinde karşılaştı. Eskilerin duasında olduğu gibi. "Az acı, âsân ölüm, kabirde iman, Kuran." İlk ikisi tamam, devamına kesin bir şey demek yasak ama kesine yakın ümidimiz var.

Pazar akşamı, ezanla birlikte namazını kılıp sevdiklerinin arasında veda ediyor hayata. Kayınları, yeğenleri, belki yirmi kişi ceviz silkmek için toplanmıştı. Aylığı yeni almış. "Balık alıp gelseniz, hep beraberken yense," demiş. Herkes yorgun, başka zaman demişler. Kalabalık sofraları, ikram etmeyi severdi. Kim bilir, belki öksüz büyüdüğünden, kimsesiz ve zor bir çocukluk geçirdiğinden.

Akşam Dodurga Alçalı mevkiinde cevizin altında oturuyoruz. Bayramlarda oturduğumuz gibi. Halil Baba ilerde odasında yatıyor, morgda değil. Bu bile kaç kişiye nasip oluyor ki günümüzde.

Gece hava serin, bir soba kovasında ateş yakıp getirdiler. Çevresinde oturuyoruz. Gençler çok üzgün, yaşlı bir enişteyi değil babalarını kaybetmişler dersin. Şimdi kim diyebilir hiç oğlu yoktu Halil Baba'nın. Özellikle Mehmet, Ramazan sonra. Huzeyfe Hoca, Muhammet Hoca da öyle. Hayırla yad ediyorlar.

İlkokuldan sonra yurtta kalmış Huzeyfe ve Muhammet.  "Her salı gelirdi, yolunu beklerdik," diyor Huzeyfe. On iki on üç yaş, gurbet. Bilirim, zordur. Yatılı okurken bir akraba görmek, belki biraz harçlık, ilgi…

Biri atını anlatıyor. Gece çiftliğin arazisini atıyla gezermiş. Bekçilik öyle bir şey. Sabah eve döndüğünde beyaz atı terini soğutmak için dolaştırırken evdeki çocukları bindirirmiş ata. Unutulmaz anılar.

Biri, "Ben birçok şeyi onun elinden tattım ilkin," diyor. Yeni çıkan çikolata, bisküvi vs. olmalı.

Çok kızlı bir ailenin damadı. Yaş olarak kayınları da evladı yerinde. Muhammet "Ailede onun iyiliğini görmeyen, hayatına dokunmadığı yoktur," diyor. Öyledir zahir.

Özellikle Hilal Çanakkale'ye okumaya gittikten sonra yeğenlerini yanlarına almaya başlamışlar. Bazen anne babaları rahat çalışsın diye, bazen evde çocuk sesi olsun diye.

Ona ilk olarak kim Halil Baba dedi diye düşünüyorlar. Muhtemelen Yasemin, sonra Hatice, Mehmet ve diğerleri…

Hiç bir köyün ileri geleni, eşrafı filan değildi. Bilgece sözler dinlemek için yanına gelen de olmazdı. Tertemiz bir adamdı. Sessiz, dedikodusuz, gılluguşsuz. Temiz bir hayat sürdü, arkasından herkes iyi konuşuyor.

Zaten dünyada kalacak boş yükleri yoktu. Öteye gidecek dua yüküyle, güzel anılar bırakarak gitti.

Bekçi Halil'i, Halil Baba'yı uğurladık. Dodurga mezarlığında yatıyor şimdi.