Nihayet köye gidebildim. Birkaç haftadır hep bir engel, bir iş çıkıyordu. Köy pastoral bir şiir gibi bu mevsim, pastel renklerin ağır bastığı bir tablo, bir pitoresk... Dört gün boyunca ara ara çektiğim resimleri paylaştım sosyal medyada.

Sarı kızıl yapraklar, krizantemler, kadife çiçekleri… Bol manzara; güneş vurmuş yamaçlar, dumanlı dağlar, çam ormanları arasında, bahçeler içinde beyaz badanalı evler. Az da olsa okudum bile. Daha çok doğanın içindeydim elbette, amacım oydu zaten. Geceleri soğuk, gündüzler ılıktı ilk iki gün. Balkonda yaptık kahvaltıları, sonraki günler balkonda kahvaltı yapmak mümkün olmadı, gündüz de soba yaktık. Sobanın üzerine koyduğumuz çaydanlıkta, ibrikte suyun ninnisini dinledik, alevin dansını izledik. Eski günlerden bir gün gibi. Aslı olmasa da benzeri. Eski günlerden görüntüler, manzaralar, hatta kokular.
Kuş Gözlemi, Pastoral Manzaralar
Kuş gözlemi yaptım balkonda. Baştankaralar geldi, yanı başımda çatlak cevizleri yedi. İnternetten baktım, çam baştankarası diyor. Sonra daha iri, sarı göğüslü olanı geldi, büyük baştankaraymış o da. Serçeden küçük kuşlar vardı, daldan dala atlıyorlardı, çıvgın olmalı dedim. Sonra alakargalar, mavi, beyaz, boz tüyleriyle geldiler gittiler, geldiler gittiler.
Çok mantar gördük, cahiliz mantar konusunda üzüldük. Alan otlarını da pek fazla tanımıyoruz, ablam olsa ayaküstü küçük bir seminer verirdi. Çiğdem de gördüm yolda, mavimtırak. Gündem cevizdi ama ayva, elma, hatta nar da vardı.
Manzaralar doyumsuz, evin ilerisindeki tepeye (adı Oğlan Boncuklu Tepe) çıkıp gün batımı izlemeyi de ihmal etmedik. Günbatımının pembe kızıl bulutları, bazen kara bulutlar altında parlayan güneşin huzmeleriyle projektör gibi bir dağı, bir ağacı aydınlatması, adeta zumlaması insanı kalkıp seyretmeye zorluyordu çünkü.
Ceviz Toplamanın Felsefi Çağrışımları 
Fatma köydeydi bir iki haftadır. Avluda, düşen cevizleri topluyordu bir yandan, bir yandan bir çeşit inziva. Birkaç günlüğüne ben de gittim, ona katılmış oldum. Beraber rüzgarın silktiği cevizleri topladık. Her ceviz ağacının altında eğleştik. Arazi düz değil, cevizler ve avlu oldukça bakımsız, bu sene cevizleri soğuk vurmuş falan diyoruz ama yine de ceviz var yerlerde. Rahmetli anam “Ben ağacın tepesine değil dibine bakarım,” dermiş, biz de öyle yapıyoruz.
Fatma ceviz ağaçlarının altında tek başına dolaşırken ceviz toplamakla düşünmek ve okumak arasında bağlantılar kurmuş, biraz bana da anlattı. İstifade ve istifaze ettim. “Ceviz toplamanın da bir felsefesi var,” diyor. Aslında şimdi düşününce bu başlığın çok oturmadığını fark ettim yazıya. Ceviz toplamanın felsefi çağrışımları desek belki daha doğru olurdu, ama neyse. Diğer yandan başlığın kısa ve vurucu olması da gerekiyor. Öyle kalsın.
Ceviz toplarken dikkat ettiğimiz hususlarla okumak veya fikir yürütmek birbirine benziyor.
Mesela bazen eşelemek, kazımak gerekiyor; yapraklar arasında saklanmış olabilir ceviz. Okurken de öyle, üstünkörü geçince atlayabiliriz çok şeyi. Düşüncenin özüne ulaşmak biraz emek gerektirir. İrdelemek, kazmak, eşelemek gerekir.
Bir ceviz için eğilince başka ceviz bulabiliyoruz. Bir şeyi araştırırken birçok şey öğrenir insan, bir de diyelim ki bir cümle, bir fikir dikkatimizi çekti, ona tekrar bakıp anlamaya çalışırken yanındaki başka bir cümlenin de çok güzel bir noktaya değindiğini ama atladığımızı fark edebiliriz.
“Aramakla bulunmaz, ama bulanlar arayanlardır.” Çok eski, çok tekrarlanan, yine de eskimeyen bir hakikat. Bulmak bir ihsan, aramak fiili dua. Bu cevizde de böyle, okurken de… En önemlisi yaşarken elbette, hakikat arayışında. Hayatın anlamını - belki daha doğrusu hayatımıza anlam katacak bir şey - bulma yolculuğunda.
Uzaktan güzel, dolu bir ceviz gördüğünü sanabilirsin; eline alırsın boş çıkar bazen, bir kuş özenle delip içini boşaltmış olabilir. Süslü ama boş sözler inanın boş cevizlerden daha fazladır. Adam/kadın düşünür diye bilinir, şairane laflar etmiştir ama şöyle bir eline alıp tartsan, yakından incelesen tutarsızlıklarla dolu olduğunu görürsün.
Bazen çürümeye yüz tutmuş dış kabuğun içinde sağlam ve güzel bir ceviz olabilir. Sıradan bir türküde, pek bilinmeyen bir halk ozanında, hatta bir masalda, fıkrada bazen felsefe kitaplarında rastlayamayacağın bir inciyle karşılaşabilirsin. E, boşuna dememişler: “Meyhane mukassi görünür taşradan amma…”
İleri doğru giderken göremediğin cevizi geri dönerken görebilirsin. Burada iş farklı açıdan bakmakta. Okurken, düşünürken, hepsinden önemlisi yaşarken... İnsan ilişkilerinde. Bir metne veya olguya farklı açılardan bakabilmek çok önemli, çok değerli.
Bunun bir benzeri de şöyle oluyor. Senin geçtiğin yerden bir başkası geçse görmediğin cevizi görebilir. Sen önünden geçip gidenin görmediği cevizi görebilirsin. Bir metin üzerine yazılmış şerhler, yorumlar o metni daha iyi anlamamıza yardım edebilir. Ne demişler, el elden üstündür. Ayrıca biri öbüründen üstün olmayan, birbirine tefevvuk etmeyen iki el bile söz konusu olsa, yine ne demişler, el eli yıkar, iki el yüzü yıkar. Bu ikinci sözden hareketle yorum ve şerh okumaktan beraber mütalaa etmeye de geçebiliriz. Mütalaa ve daha ilerisi müzakere çok kapılar açar zihinde.
Bir geçtiğin yerden tekrar geçersen yine birkaç ceviz bulursun. Sağlam ve değerli metinler bir ceviz bahçesi gibidir. Her okuyuşta bir şeyler sunar okuyana, ağzına atacağın bir üzüm, kırıp yiyeceğin bir badem, bir ceviz. Şaşırırsın hatta: A, ben bu yaklaşımı sanki ilk kez görüyorum, daha önce bu metni okumuştum halbuki…
Ceviz toplarken kiraz ağacının altına bakmayı da ihmal etme. Ben baktım, epey ceviz buldum. Rüzgar atmıştır, dedi Fatma. Okurken de öyle olur. Bazen okuduğun kitaptan çok kitapta bölüm başına alınan bir epigraf etkiler insanı. Peşine düşer, o kitabı bulursun. O, ne müthiş şeymiş meğer. Kitapların, aynı şekilde, göndermeleri de önemlidir. Kitap kitaba gönderir, düşünce düşünceyi mayalar.
Ormanlaşan Bahçeler, Kıyıda Kalmış Klasik Metinler
Bizim bahçe bakımsız, kuru yapraklar toplanmıyor, birkaç yıl üst üste birikiyor, bir kazmaya, deşmeye kalksan altından kalkmak zor, bazen eski yapraklar içinden yeni cevizleri bulmak da zor oluyor elbette. Klasik metinleri irdelemeye benziyor bizim avluda ceviz toplamak. Bir de yeni ve bakımlı bahçeler var. Millet hatta ağacın altına örtü seriyor. Sonra bir makineyle sallıyorlar gövdesinden ağacı, ne var ne yok alıp gidiyorlar. Bizim avluda ceviz aramak klasik felsefe metni okumak gibiyse öyle bir bahçede çalışmak test kitabı devirmek gibi olmalı. Amaca odaklı, pratik, faydası net… Ama sürprizi az, keşif lezzeti vermez muhtemelen, faydası daha somut görülse de kısa vadeli bir tüketim. Neyse. Gerçi test kitaplarında da çok güzel paragraflar olur bazen. Öğrenci onların peşine düşse kim bilir hangi değerli eserlere çıkar yolu. Bir “neyse” daha…
Bakımlı bir avlumuz olmadığı ve ceviz silkmek denen eylemi başaracak yetkinlikte de olmadığımız için rüzgar ve yağmuru bekliyoruz bu iş için. Allahtan ben köydeyken fırtınayla karışık bir yağmur geldi de doğa bizim için silkmiş oldu cevizleri. Fırtına sonrası avluya indiğimizde yaptığımız işin erdemi üzerine konuşmayı da ihmal etmedim. Bu yaptığımız doğaya saygı gereği, dedim. Ağaçlara zarar vermek istemiyoruz. Doğaya fazla müdahale etmek de istemiyoruz. Öyle ki sadece yere düşenlerini alıyoruz meyvelerin. Dalda kalanlar kuşların, sincapların hakkı olmalı. Bulamadıklarımız yerden ceviz toplayan hayvanların hakkı. Köpeklerin de ceviz yediğini duydum mesela. Hiç bilmezdim, hâla tam inanamadım. Yaban domuzları, keçi, koyun vs. yer sanıyordum.
 Evet, böyle bir akım var. Veganlıktan da ileri, tarımı bile reddeden bir akım. Biz gerçi ne veganız ne vejetaryen ama bir yerinden bu eylemimizle öyle bir akıma eklemlenebiliriz.
Güneçyaka’ya Selam
Güneçyaka Çiftliği’nde organik yerli ceviz yetiştiren amcamları düşünüyorum bu arada. Mehmet Amcam, Kevser, ekibi ve dünyanın dört bir yanından gelen gönüllüler. Sosyal medyadan takip ediyorum nasıl karınca gibi çalıştıklarını. Onlar da mesela ağaçları silkmek için traktöre bağlı o aleti kullanmıyorlar, zarar vermesini istemiyorlar ağaca. Zirai ilaç kullanmıyorlar. Ürünlerine zarar vermeleri pahasına kuşlar, hayvanlar için açıkta pınarlar bırakıyorlar. Çok verim alabilecekleri Amerikan cevizini değil yerli cevizi tercih ediyorlar. Ama çalışıyor o insanlar. Ağaçları buduyor, altını çapalıyor, sulama yapıyorlar 
Bizimkisi daha ileri bir seviye. Avluda çalışmayı sincaplara, alakargalara, rüzgara ve diğer doğa olaylarına bıraktık. Gittikçe ormanlaşan cevizli avlumuzda rüzgarın döktüğü cevizleri topluyoruz. Bir çeşit deneysel yaklaşım bizimkisi.
Benim plansız, rastlantılara bıraktığım okumalarıma benziyor bu bile. Hayat tarzı, düşünme tarzı, ceviz toplama etkinliği… Hepsi nasıl bir şekilde hizalandı dikkat ettiniz mi? Bu böyledir işte. Su akar yolunu bulur. Kervan yolda düzülür. Vs, vs.
Hatime
Ceviz ağacının altında böyle ceviz kabuğunu dolduracağı kuşkulu düşüncelere dalmış kuru yapraklar arasında eşelenirken aklıma Yunus’un o muhteşem dizeleri geldi. Şerhini, yorumunu ehline havale edelim, bu da hatimesi olsun yazının:
“Çıktım erik dalına
Anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıdı
Ne yiyorsun kozumu”
Erik dalına çıkmış, üzüm yiyormuş bizim derviş Yunus, onu bu halde gören bahçe sahibi cevizimi niye yiyorsun diye dokurdanmış.
Yazı bitti aslında. Bu notu okumasanız da olur.
Bilinmemesi muhtemel bazı sözcükleri açıklamaya çalışırken bilinmemesi daha çok muhtemel bir sözcük kullanmış olabilirim. Bu hoş bir şey değil. 
“Dokurdanmak”, söylenmek, kendi kendine söylenip durmak gibi bir anlam verir bizim ağızda. Aslında bunun yerine “çekişmek” desem daha doğru olur belki, emin değilim. Çekişmekse azarlamak demek. Bu tercihime geçen gün müzik dinlerken karşıma çıkan Yunus ilahisi neden oldu. Beste Fazıl Say, söyleyen Serenad Bağcan:
“…Vara yoğa kakırsın
Sen derviş olamazsın”
“Kakımak” eylemini bu bağlamda görünce “çekişmek” yani azarlamak yerine “dokurdanmak” yani söylenmek şeklinde anlamanın daha doğru olabileceğini düşündüm. Ama yanılmış da olabilirim. Belki orada öyle, burada böyle de olabilir.