Bugün yayını için çalıştığım yeni bir dosya kitaplaştı. Bu ince kitap daha önce bastırdığım kitaplardan farklı bir özellik taşıyor.

Hedef kitlesi başta akrabalar olmak üzere köylülerim ve hemşerilerim. Başka kimse almasın okumasın demek anlamsız olur elbette. Satışa sunulmuş bir kitabı isteyen herkes alabilir, yazar/şair eseri ne kadar okunursa o kadar sevinir. Benim demek istediğim başka bir şey, küçük bir uyarı. Eğer bu kitabı alır, okur da aradığınızı bulamazsanız kızmayın. Bu, farklı, daha özel bir kitap. Manzumelerde geçen özel isimler, yer isimleri birçok insan için bir şey ifade etmiyor olabilir, bazı insanlar için ise gözlerinin yaşarmasına neden olacak yaşanmışlıkları hatırlatan ayrıntılar vardır o dizelerde.

Bu manzumeler niçin yazıldı?

Böyle bir manzume yazma düşüncesine ne zaman kapıldım tam bilmiyorum. Ama yazmaya 2006 baharında başladım. Köyüme yaptığım kısa süreli ziyaretlerimde hemşerilerimle paylaşabilecek fazla bir şey bulamıyordum. Bir şeyler yazdığımı duyuyorlar, “Bize de okur musun?” ya da “O kitap neyden bahsediyor?” diyorlardı. Doyurucu bir şey söyleyemiyordum. Farsça yazan Şehriyar’ın anasından duyduğu serzenişin bir ucu bana da dokunuyor gibi bir duyguya kapıldım bir ara.

Yaşadığı dönemde İran’ın önemli bir şairi olan M. Hüseyin Şehriyar’a Türkçeden başka dil bilmeyen anası bir gün “Oğlum senin büyük şair olduğunu söylüyorlar ama ne yazıyorsun anlamıyorum ki… Keşke birkaç dize de benim anlayacağım şeyler yazsan” anlamında sözler söyleyince şair Tebriz yakınlarındaki köyünü anlatan muhteşem şiiri “Heyder Baba’ya Selam”ı yazar.

İlginç Bir Kafiye Örgüsü

O sıralar Gurbannazar Ezizov’un “Sevgi” adlı “soneler çelengi”nin çevirisi üzerinde çalışıyordum. Biçim olarak hoşuma gitmişti bu şiir. On dört dizelik sonelerden oluşan her bölümün son dizesi sonraki şiirin ilk dizesi oluyordu. Son bölümün son dizesi de ilk şiirin ilk dizesiydi. Bu şekilde döngü tamamlanırken tekrarlanan dizeler ayrıca bir bütün oluşturuyordu. Bu biçime uygun, köyümden bahseden uzun bir manzume yazmak hevesine düştüm. Önce, o sıralar henüz adını bulamadığım “hasılıkelam” bölümünü yazdım şiirin. Devamı gelmedi. Kalanı 2007 baharında yazıldı. Sanırım birkaç hafta içerisinde birinci bölümü oluşturan on dörder mısradan oluşan on dört manzume tamamlandı. Ama çelenge dizilecek bölümler tamamlandıkça başta düşündüğüm “Kolak Köyü” isminin içini dolduramadığımı anladım. Meğer ben köyü, köyün insanlarını o kadar da iyi tanımıyormuşum. Çok dar bir alanda kalmıştı şiir. Yaşadığım çevreyle, akrabalarım ve okul arkadaşlarımla sınırlıydı bir bakıma. Onun için ismini “Köyümden Gönlümde Kalan” olarak değiştirdim.

Ödüllü Bir Ana Şiiri

Sonra Ümraniye Belediyesinin “anne” konulu şiir yarışmasına katılalım dedik birkaç arkadaşla. Bir çeşit oyun gibi bir düşünceydi başlangıçta. Ben “Bayram Mektubu”yla katılmayı düşünüyordum. Ama yarışmaya katılacak şiirin daha önce yayımlanmamış olması gerekiyordu, şartnamedeki bu madde belki problem çıkarır diye yeni bir şiir yazmaya karar verdim. Köyümle ilgili manzumeden annem hakkındaki dörtlükleri aynı şekilde açıp daha kısa, ama benzer yapıda bir şiir yazabilir miyim diye düşündüm. Başta böyle uzun bir manzumeyi doldurabilir miyim kaygısı da vardı içimde. Ama zor olmadı. Bir sınav döneminde üç beş gün içinde tamamlandı. Bizimkilere gönderdim. Beğendiler. Şiir mansiyon aldı yarışmada. Aldığım para ödülünü anama verdim. Başta kabul etmek istemedi ama ısrar edince aldı.

Diğer Bölümler

Derken Arife, bir de baba parantezi açmam gerektiğini söyledi. Açtım. Sonra bu şiire bir son söz yazıp uzun bir manzumeler dizisi haline getirmek istedim. Bu düşünceme de Soner’in bir sözü sebep oldu aslında. “Ya Efe, bunu biraz daha uzatıp destan gibi bir şey yapsana,” demişti bir gün yazışırken.

Manzumenin en eski parçasıysa “Ben Noktası” aslında. Diğer kısımlar, hep Aşkabat’ta kısa bir zaman diliminde yazıldığı halde o kısım 2003 baharında Denizli’de yazıldı. Üniversiteden arkadaşım olan hikayeci Osman Alagöz’den bir e-mektup almıştım. “Bugünlerde yine suskulardasın,” diyordu. “Susku” kelimesi hoşuma gitti. Onun için yazdım. İçerik olarak uygun olduğunu düşündüğümden oraya yerleştirdim.

Fotokopiyle Çoğaltılan Bir Dosya

Bu kitapçığı daha önce fotokopiyle 30-40 kadar çoğaltıp eşe dosta dağıtmıştım. Köprünün altından çok su aktı. O zaman sağ olanlardan vefat edenler oldu. Aslında söylenecek söz çoğaldı belki, belki azaldı. Dosyaya fazla müdahale etmeden yayımlamanın daha doğru olacağını düşündüm yine de. Evet, Serhat ağabeyim, anam, babam sağdı o zamanlar. Baba ocağının tahta köşkünde yılda birkaç kez olsa da bir araya gelebiliyorduk. Okurken bu durum göz önüne getirilmeli.

Bir de deminden beri niçin şiir değil de manzume dediğim meselesi var. Bu dosyada bence şiir olan dizeler, dörtlükler olsa da metnin hepsinin şiir adını taşıyabileceğini düşünmüyorum. Ölçülü ve kafiyeli olduğu için manzum eserdir elbette ama hepsi şiir değildir. Onun için manzume demeyi tercih ettim.

Geçen yıl bu dosyayı bastırmaya karar verip son okumasını yaparken amcam Şevket Can’dan yardım istedim. Kitabın sonunda notlar bölümü var. O notlardan bazılarını teyit ettirmem gerekiyordu. Sağ olsun, kırmadı, bazı düzeltmelerle dosyaya katkıda bulundu. Bir kez daha teşekkür ederim.

KDY’de Çıkan Kitaplarım

Bir şey daha. Yaklaşık üç yıl oldu, yeni açıldığı zamandan başlayarak KDY’de (Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık) kitap yayımlıyorum. Başta denemek için bir iki dosya bastırmayı düşünüyorum. Bir çeşit “Diri Taklidi”ydi benim için. “Yollar El Etmese” KDY’den çıkan yedinci dosyam oldu. Şimdilik bu kadar yeter diye düşünüyorum. Belki önümüzdeki birkaç yıl yeni dosya bastırmam. Daha sonra ne düşünürüm, nasıl olur bilmiyorum. Yazmayı, üretmeyi önceleyen, yazdıklarımı kitaplaştırmayı ertelediğim bir sürece girmek istiyorum. Ya nasip...