Kardeşim, aynı zamanda adaşı olan halamı ziyarete gitti yakınlarda. Dönüşte ziyaretini anlatırken diyaloglarından bir kare kara bulut gibi oturdu içime.

Sohbet esnasında bir ara “En çok neyi özledim biliyor musun?” demiş halam, adaşı köyü, mahalleyi, falancayı… gibi bir cevap bekliyormuş aslında ama halam hiç beklemediği şekilde “ölmeyi özlüyorum,” diye bitirmiş cümleyi.

Köyünden uzak, bir çocuğunun yanında, bakıma muhtaç ihtiyarlar… Ölümü özleyen.

Sadece ihtiyarlar mı peki? Muhtemelen hatırlamaz, bana bu ‘an’ı anlatan kardeşim, geçen asrın sonlarında daha öğrenciyken bir mektubunda aynen şöyle yazmıştı:

“Yapayalnız bir ölüm ve mezarda yağmur özlemişimdir hep…”

“De, de, ölürsün…”

Ölüm nasıl özlemek fiilinin nesnesi olabilir aklım almıyor düşününce. Ölümü özlemek nasıl bir şey? Hafızamı tarıyorum, zaman zaman böyle bir duygunun beni de sardığı olmuyor değil. Ama öyle cümleye dökecek kadar uzun boylu değil, hızla yalayıp geçen sıcak bir rüzgar gibi. Hemen toparlanıp, eğer bir dileğe dönüşmek üzere ise bu duygu; sözümü, isteğimi geri alıyorum. Bir Türkmen ‘ırım’ında denildiği gibi böyle şeyleri dillendirmek olmaz, bakarsın melekler “amin” deyiverir.

Komşumuz rahmetli Esma Yenge vardı. Murat Dayı vefat ettikten sonra yalnız yaşıyordu bir ara evinde. Hemen hemen her akşam bize gelirdi. Anamla uzun uzun konuşurlardı. O da hep ölememekten şikayet ederdi “Bi ölemedim gitti” diye. O zamanlar genç bir kız olan ablam teselli etmişti bir keresinde. “De, de, ölürsün…”

Başka teyzeler, nineler de hatırlıyorum aynı şekilde dertlenen. Bu şikayetlenmeler arasında aklımda en çok yer eden söz ise anamın aktardığı, ebesi (anneannesi) Topal Şerife’nin sözü: “Gel deyiciler ‘gel’ demedikten sonra eşeğe binip mi gideceksin?!”

Arada erkeklerden de duymuş olmalıyım ama filan dede de şöyle demişti diye özellikle bu konuyla ilgili kurulmuş cümleler hatırlamıyorum nedense.

Kadının Yükü

Kadın olmak bizim coğrafyada hep daha zor, daha ağır. Ölümü özlemek de daha çok onlara düşüyor belki.

Kardeşimin bir fotoğrafı vardı, kim çekmiş, çekilirken haberi var mıymış bilmem. Kusuru Mezarlığı’nda eski zamanlardan kalma, şahidesi kararmış bir mezar. Başında eğilmiş, hüzünlü bir yüzle duruyor. Tefekkür mü ediyor dua mı belli değil. Bir arkadaşı görmüş bunu, neşeli bir kızdı, kardeşimin bu hallerine takılırmış. “Fani” diye seslenirmiş ona. Benim de ayak üstü tanışmışlığım vardı. Aradan yıllar geçti, o hayat dolu, neşeli kızın intihar ettiğini duydum. Hayat garip… “Fani” bir şekilde hayata tutunuyor hâlâ, tutunuyoruz.

Aynı halamı biraderler de ziyaret etmişti bir süre önce. Küçük birader de bir gözlemini anlattı “ölümü özleme” ifadesi üstüne. “Yakınlarda eltisi vefat etti ya halamın, sanki onu kıskanıyor gibiydi.”

Özlemek mi özelemek mi?

“Ölümü özlemek” nasıl bir şey diye düşünüyorum tekrar. Bu sefer “özlemek” fiiline dikkat ediyorum. Aslında bizim köyün ağzında “özlemek” fiili yerine “göresi gelmek” kullanılır. İnsan daha önce görmediği, tecrübesine sahip olmadığı bir şeyi özleyebilir mi? Biraz tuhaf. Bir de “özelemek” fiili vardır. “Özelemek” özlemekten farklı, bir şeyi çok istemek ve bu arzusunu dile getirmek demek. Gündüz sayıklaması gibi bir şey. Bir de deyim vardır “Zemheride hıyar özelemek” diye. Zamansız, olmayacak bir şey istemek demek bu. Halamın “özlemek” derken kastettiği daha çok “özelemek” olmalı. Neyse…

Yaşamak Ödevi

Zihnime dizeler geliyor ölümle ilgili.

Mesela “Sessiz Gemi”den bir temenni, bir akıl yürütüş:

“Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, / Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden”

Sonra H. Hatemi’den bir tespit: “Ve bir müsavi işaretidir ki ölüm…”

Ama bunlar hızla geçiyor, gele gele amcamlarla Ambarlı’da birçok şiir kitabını yere yayıp şiir okuduğumuz lise yıllarımdan bir hatıra canlanıyor. Şevket Amcam çok sevdiği Arif Nihat şiirlerinden birini okuyor tane tane:

“Unuttum kimlere dost olduğumu,

Şaşırdım kimlere tapacağımı;

Yaşamak bir vazife olmasaydı

Ben bilirdim yapacağımı!”

Eh bunun üzerine söz söylemek zor. Yine de “yaşamak vazifesi” demiş “yaşamak suçu” da diyebilirdi diyorum. İsmet Özel “Münacat”ının sonunda sessizce: kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde” diyor. Perde kapanıyor, şairler susuyor.

Paylaştık işte…

Dinar’da gün görmüş, yaşını başını almış öğretmen arkadaşların şakayla söyledikleri bir “erkek özdeyişi” vardı. “Hanım hasta olmasın, ben olayım; ben ölmeyeyim, hanım ölsün.” Yoksa şöyle miydi? “Hanıma dedim ki; sen hasta olma ben olayım, ben ölmeyeyim, sen öl.” Sanırım ikincisi.

Konformist erkek anlayışı. Daha kolay olduğunu düşündüğü tarafta hep. Hasta bakmaktansa, hasta olup nazlanacak. Ölüme gelince hemen bir adım geri çekilecek. Kocasından böyle bir laf işiten ve bu nükteye gülmesi beklenen bir kadın düşünün. Ölmeyi özlemesin de ne yapsın? Bu en basiti belki ama bir fikir veriyor yine de.

“Her mihnet kabulüm…”

Benim ölüm karşısındaki tavrım Arif Nihat’ınki gibi değil. İyi ki de değil. Bu konuda Cahit Sıtkı’ya yakındır meşrebim. Bazen “ölüm özelemek” gibi bir duygu yoklayıp geçse de daha çok “gün eksilmesin penceremden” modunda olurum.

Not: “özelemek” sözcüğü Derleme Sözlüğü’ne alınmış. Korkuteli’nden derlenmiş. Karşılığı “özlemek, özlem duymak” olarak verilmiş. Anlattığım ayrıntı derleyenin fark edemediği bir nüans olmalı.