Hava bulutlu yine, yukarıda yaylaya çıkan teleferik direkleri kara bulutlar arasında görünmez olmuş. Dışarda kuş sesleri, balkonun önündeki genç ıhlamur çiçek açmış, arada rüzgar kokusunu getiriyor.

Balkonla anayol arasında kalan yılan dili gibi doğal tabiat kırıntısı bir ay kadar önce gelinciklerle doluydu, onların yerini gülhatmiler aldı şimdi. Pembe, beyaz, az da olsa kırmızı…

Birkaç gün önce ıhlamurun dalları arasında güzel bir kuş vardı. Serçeden daha küçük, göğsüne dikkat etmeye çalıştım, kınalı mı diye, hayır o değil. Bu birkaç hafta önce parkta gördüğüm kuşun türdeşi olmalı.

O zaman da önce sesi duymuş, kızıl çamların dalları arasında epey araştırmıştım. Başta mümkün olmadı, sonra bir çamın en üst dalında öttü, gördüm, uzaktan pek seçemedim tabi. Acaba o mu diye heyecanlandım.

İsmail Keskin’in Pertev Naili Boratav’dan aktardığı “Göğsü Kınalı Serçe” aklımdan çıkmıyordu bir türlü. Akşam tekrar baktım, üç kere paylaşmış. Ben her seferinde ilk kez görüyor gibi tekrar okudum o kısa metni, tekrar duygulandım. Akşam kitabın eski basımının pdf’sini buldum, orada da aynı. Tamamı bu kadar. “Az Gittik Uz Gittik” kitabından bu masal:

Göğsü Kınalı Serçe

“Göğsü kınalı serçe kuşu vardır, ufacık... Gök gürleyince yere yatar da ayaklarını havaya kaldırırmış. 'Neden yapıyorsun böyle?' diye sormuşlar.

'Bu kadar mahlukat var yerde. Olur da gök yıkılıverirse, dayak olmak için ayaklarımı kaldırıyorum,' demiş. Böyle dermiş, bir yandan da titrermiş gök gürlerken. 'Korkumdan,' dermiş, 'kırk kantar yağım eriyor.'"

‘Be,' demişler, 'senin kendin yoksun beş dirhem, nerden oluyor da kırk kantar yağın eriyor?'

'A! Âlemin kendine göre dirhemi, kantarı var,' demiş serçecik. 'Siz ne anlarsınız?'"

Kızılgerdan, Nar Bülbülü, Robin Hood

Bu kahraman kuşu, hürmetle Nemrut’un ateşine su taşıyan karıncanın yanına koyuyorum  zihnimde. Keskin’in paylaşımının altına başka bir kullanıcı yorum yazmış. O kuşa göğsü kınalı serçe veya bazı yerlerde “mustafacık” da deniyormuş ama daha çok kızılgerdan ya da nar bülbülü adıyla bilinirmiş. Bunu öğrenince aklıma Bike’yle birkaç yıl önce kızılgerdan hakkında konuştuğumuz geldi. Bir şiir mi okuyordu neydi, İngilizcede “robin”in küçük, ötücü bir kuş olduğunu söyledi. Baktık, kızılgerdan. Demek Robin Hood adını kendini mahlukatın yazgısıyla bağlı hisseden bu küçük kuştan almıştı. Robin ayrıca bizdeki “mehmetçik” adı gibi isimsiz neferlerin adıymış. Bu da anlamlı.

Gamlanma Gönül

Ben bunu yine unuturum, yazayım dedim o gün, aradan kaç hafta geçti, elim varmadı bir şey yazmaya, nasip bugüneymiş. O aralar arpacı kumrusu gibi düşünüp duruyordum. Bu yazıda kullanmak için bir dize ve bir atasözü not etmişim karalama defterime. Acaba bunları nasıl bağlayacaktım yazıya, unutmuşum. Dize Karacaoğlan’dan, kendime bir teselli olsun diye yazmış olmalıyım.

“Bin kaygı bir borç ödemez.”

Atasözünü o arpacı kumrusu hallerime bahane ararken bulmuş olmalıyım: “At yaşlansa eşekle dost olur, adam yaşlansa döşekle.”

Döşekle dost olmanın bahanesi yok oysa.

Etin budun beş dirhem gelmezken kırk batman yağın erise de yapacak bir şey yok.

Bunca mahlukat…

Gökler yıkılırken belki dayak olur diye ayağını bulutlara diremek gerek. Hem belki de olur, neden olmasın. Ne de olsa her âlemin kendi kıstası, kendi ölçüsü var.

Bir Nar Bülbülü Olarak Pertev Naili

Bunları yazarken Boratav’ın hayatını gönüllü sürgünde tamamlayışı geliyor aklıma. Paris’te yüksek bir apartmanın ondördüncü katındaki dairede kitaplarla, notlarla dolu çalışma odası. Çocuklarıyla, torunlarıyla “göğsü kınalı serçe” masalını paylaşamayan yaşlı bir aydın. Gittikçe içine gömülüyor, içinde daha derine, daha derine… Bir cezve, zarif çay bardakları, bir manzara resmi memleketten… Yalnız başına dinlediği türküler, belki kendi kendine aklından geçirdiği tekerlemeler, masallar.

Of be, ne güzel nar bülbülünün güzel ötüşünden dayanacak bir dal edinmeye çalışıyordum yine gündedüne sardım bak.

Bunları bir kenara koyayım en iyisi, ben bu yazıyı buraya kadar yazarken önümdeki ıhlamura bir alakarga kondu. Bir karatavuk çite konup epey oyalandı, sonra çardakta öttü. Balkonun önünden kırlangıçlar uçtu, çatıda kumrular vardı. Sonra serçeler veya adını bilmediğim küçük kuşlar öttüler durdular. Güzel şeyler bütün bunlar. Gözümün önünde güller, sarmaşık gülleri, zakkum, ıhlamur çiçeği ve az ilerde gülhatmiler… Bunlar da güzel.

Yürüyüşle İlgili Alıntılar

“Tek Yalnız Ben Değilim” kitabını bitirdim bu arada. Şöyle bir alıntı paylaşmak istedim: Yalnız gezen adam hiçbir zaman yalnız değildir. Rüyaları çok kalabalık olur.”

Bu alıntı da Haruki Murakami’nin “Koşmasaydım Yazamazdım” kitabından: “...maraton bu kadar çetin bir mücadeledir işte. İçinizden bir mantrayı sürekli tekrarlamadığınız sürece başarabilmeniz mümkün değildir.”

Ben de sık sık dilimde bir tesbihle (mantra denebilir mi emin değilim, vird daha uygun bir karşılık sanki ona) yürüyorum. Bu bazen bir peygamber duası oluyor bazen hadislerde tavsiye edilen bir tesbih, bazen teselli edici isimlerden bir buket.

Bir örnek:

Ya Allâme’l-guyub (Ey bilinmezleri bilen)

Ya Gaffâre’z-zünûb (Ey günahları bağışlayan)

Ya Settâre’l-uyûb (Ey ayıpları örten)

Ya Keşşâfe’l-kürûb (Ey sıkıntıları gideren, kederli gönüllere esenlik veren)

Ya Mukallibe’l-kulûb (Ey kalpleri döndürüp duran)

Ya Müzeyyine’l-kulûb (Ey kalpleri süsleyen)

Ya Münevvire’l-kulûb (Ey kalpleri aydınlatan)

Ya Tabîbe’l-kulûb (Ey kalplerin tabibi)

Ya Habîbe’l-kulûb (Ey kalplerin sevgilisi)

Ya Enîse’l-kulûb (Ey kalplerin dostu, yareni)