Yıllar önceydi sanırım… 

E-posta adreslerimiz yeni alıp kullandığımız, teknoloji ilklerimizi yaşadığımız günlerden biriydi. Bana bir ileti geldi. Konu hayli enteresandı. Japon balıkçıların avlanma teknikleri ve satış başarılarını, müşterilerin amansız isteklerine nasıl yanıt verdiklerini anlatıyordu. Gözünü hırs bürümüş insanlık hallerimizi pasifik okyanusuna serpiştirilmiş küçük ada balıkçıları üzerinden dillendiriyor, şu koca yaşlı dünya için girişimcilik örneği olarak adeta pazarlıyordu adeta...

Çık, çık, çık!…..

Bakın gerçek öykü şöyle…. Geçimini balıkçıktan sağlayan Japon balıkçılar, müşterinin isteklerini göz ardı etmez, gurme balık severlere en taze en canlı balık yetiştirmek için yarışmışlarmış. Ama ne yarış breh breh! … Hizmet sınır tanımaz, gurme çıtası o kadar yüksek olunca, hani o tatlı rekabetin yaratığı haller vardır ya;  hangimiz ağlarına daha çok balık çekecek, kıyıya hangimiz erken varacak, kimin balık dolu kasaları kıyıya varır varmaz kapışılacak soruları masum kalır olmuş… 

Japon müşteri her defasında daha taze, taze canlı, daha lezzetliyi arar olunca, balıkçılar derya kuzusu balıklar üstüne yeni icatlar geliştirmişler. Mesela tekneye su tankerleri koymayı akıl etmişler. Havuz haline gelen tankere, ağdan yeni çıkan balığı yığmışlar. Yetmedi, içine bi de köpek balığı yavrusu atmışlar ki, can havli ile sağa sola kaçışan balıkların tadına doyulmasın

Balıkçıya gün doğmuş tabi ki, ya balıklar? 

Ne kötü!…

Şimdi gelelim, enfes sunumların, füzyon tatların, damağı yaran lezzetlerin ihtişamlı sofraların vazgeçilmezi Fransan’ya!…

Nasıl bilirsiniz hımmmm?...

Milenyum öncesiydi, iyi biliyorum. Eşimin, Fransa’nın kuzeyi Normandiya yakınlarında Le Havre’daki akraba ziyaretindeydik. Geleceğimizi çok önceden bildikleri için, ikimiz için Fransız yemeklerinin ağırlıklı olduğu ve ilkleri tadacağımız zengin menülü bir sofra hazırlamışlar, masada yerimiz almamızı bekliyorlardı. Harika dakikalar, unutulmaz anlar, bana bir ömür yetecek anılar bıraktılar. Eğlencenin, inanamazsınız en ihtişamlısını, şamatanın gırgırın, hiç yalanım yok, en kralını yaşadığım bir anda tabağıma sarı sıcak bir şey kondu, dumanı hala üstünde iken şöyle bi kokladım, çıkaramadım, ne olduğunu kestirmeye çalışırken, dayı  Fransız karısına sözü bırakmadan düzgün Türkçesi ile özetledi, kaz çiğeri gelin….

Sadece özel kişiler içindir!….

Ve devam etti, o tabağımda duran ciğerin, ağza alınıncaya kadar ki trajik öyküsüne…
Günlerce tıka basa nasıl besiye çekildiklerinden, yüreği yağ tutsun diye bir gram su bile içilmediğinden, boğazlarına kafam kadar ceviz konup, yutmaya zorlandıklarını anlatı. Hani Japon balıkları var ya stres altında eti para edenlerle aynı hesap, ne kadar zorlanırsa o kadar talep gördüklerinden bahsetti ayaküstü...

Çok yazık… 

Onu dinlerken ağzıma aldığım küçük lokma dışında kursağımdan tek parça kaz çiğeri geçmedi inanın…

Hey siz, lezzet üstatları, tat gezgini, gastronomi çılgınları!

Size sesleniyorum!
Bu tercihlerde hala ısrarcı mısınız?
Biliyorsunuz önümüz yılbaşı…
Söyleyin bana tüm bunlara değer mi ya?... 
Sorular, sorunlar ve kayıp yanıtların gölgesinde bile olsa,
Herkese  “Mutlu Yıllar”