Her renkte bir ruh bulunduğuna, isterse sizi düş üstü diyarlara taşıyacak muktedirde güce sahip olduğuna inanır mısınız? 

İnanmaz mısınız? 

Eh siz istediniz, dinleyin o zaman, bakalım tılsımlı sözcüklerim sizi daha önce varlığını sezmediğiniz farklı dünyalara seyahattin var olduğuna inandırmaya yetecek mi?

Yıl 2008, bir akşam üstü, iş dönüşünde bir vitrin gözüme çarptı…

Durun biraz, önce size kendimden bahsedeyim…

Ben her gün işine gücüne giden, pek bildik dünyasından sıyrılamamış  sizlerden biri bir emektar kadındım….Farkım,  renklerin muhteşem dünyasında kaybolmayı sevmek olsa gerekti. Hani varlığı ile beni mutlu eden, enerjileri ile bana güç veren, bazen gülümseten, bazen üzüveren renklerim vardı benim. Sıradan bir tişört bile enerjimi yükseltebilir, kendimi bana güzel hissettirirdi. Pahalı olmasına hiç gerek yoktu, basit bir elbise üstümde olsa bile eğer renk beni sarıp sarmalamışsa, renkle ruhum bütünleşmişse, o  gün benim günümdü ve bu kendimi bana harika hissettirmeye yetebilirdi. Hava kapalı kime ne!!!! Trafik tıkanmış bana  ne!!!! Ek maaş ödemesi gecikecekmiş olsun varsın!!! Yan odanın insanları dedikodumu yapar dururlarmış çok da fifi!!! Kettin önde gelenlerin basına verdiğim beyler homofobik olmayalım yakışmıyor  ama demeçlerimden hayli rahatsız olmuşlar ya demek öyle!!! Sıfır atık çevre projem hay aksi şeytan hak ettiği değeri  bi türlü görmedi ne yapalım!!! Beni kabul edecek bir üniversiteyi henüz bulamadım varsın olsundu!!!

Renklerin bir dünyası, başka bir büyüsü var. Hepimizce malum.  Sanal dünyada(internet vb..) biraz gezinseniz sizde okuyabilirsiniz. Bana sorarsanız, hepsi su gibi, ekmek gibi gerçekler. Ya,  damarda dolaşan can suyu, rahme düşen kan pıhtısı, ciğere dolan taze soluk,  ya da sabah olunca gökten ansızın yüze düşen çiğ tanesi gibiler. Bak ya, beni nasılda çocukluğuma götürdüler…

İlkokul öğrencilik yıllarımdı. Çok çalışkandım. Bir de özel tutkum vardı. Renklere hastaydım. Resme kabiliyetli olduğumu açıkça söyleselerdi, iyiydi. Ama neyse, tabii ki ne de olsa ben doktor olacaktım. Ama resim öğretmenim beni yanından ayırmak istemezdi. Bir düz kağıda çala kalem  çiziktirdiklerimle bakar,  ucuz fırçalarla boyadıklarıma doyamazdı. Yarısı yenik pastellerle ayak üstü yaptığım çalışmalarımı çıkarır tekrar gözden geçirir, sonra herkesten ufak boyuma karşın kocaman olan yüreğime doğru döner sorardı….. “Ne bunlar sarı kız, aman allahım renk cennetindeyim sanki…kuzum ne yaptın sen. Var mı ailede resimle ilgilenen..cıkkk. vallahi yok..Bi ben,,, haa bi de abim, bi de ikiz kardeşim iyi,,bi de teyzemin kız başka bilmiyorum.. “ Ama ben renklere öyle tutku ile bağlayım ki... Hani turuncuyu, maviyi, tütün yeşilini, bulut mavisini bir gece benden koparıp alacaklar diye ödüm kopardı. Biri ikisi üçü de tamamı aklımı başımdan alırdı. Garip kırmızı rengiyle aram hiç olmamıştı. 

O güne, karanlık günün akşamında cadde üstündeki pahalı vitrinde  alıcısı olacak zengin müşterisini  bekleyen kırmızı elbiseyi görene kadardı…..

O neydi öyle!!!…..

Benliğim,  yanımdan hızla geçip giden ışık tayfının bıraktığı toz haresi arasında öylece kalakaldı…

Mağaza sahibesi Ayben Ürel idi.  Daha öncesinde Mimar Sinan Caddesi üzerinde küçük bir mekanda zevkli takılar sergilerdi. Hepsini özene bezene seçer, çizip tasarladığı renkler ve giysilerin albenisi ile bizi buluştururdu.  Sözüm ona şık olduğuna sanan bizleri estetiğin ruhu ile tanıştıran oydu.  İşi büyütmüş olmalı, mağaza konseptinde çalışmak için bir girişimde bulunmuştu.  İşte, eve dönüş yolunda karşıma çıkan beni benden alan o muhteşem “Kırmızı Elbise”  onun seçkisiydi. Kaç kez gelip, vitrini seyrettiğimi bilmiyorum. Yolum düşürüm baktım, kızıma yalan söyledim yolumu çevirdim baktım. Özellikle gittim baktım, geçerken baktım, dolmuşta göz ucuyla baktım. Bir gün -benim için bir ilktir- vitrinin önüne kadar yaklaşıp, saatlerce bu kırmızı elbiseyi seyrettim. Hayalimde bu elbiseyi kendi üstünde düşledim, giydim çıkardım. Takılarla zenginleştirdim. O vitrin önünde ne hayaller kurdum.  Güya ben çok özel biriymişim ve yakışıklı adamlar tek tek sıraya giriyor, beni dansa davet ediyormuş.

Bir “Kırmızı Elbise” gördüm. Aman Allahım ruhum bedenden çıkıyor sandım…

Kırmızı hani o hiç arama yok dediğim renk beni can evimden vurdu…

Yaklaşık 10 yıldan fazla oldu,

Seni unutmadım Ayben(Ürel) ….

Ne seni, 

Ne de girişimci kadın kimliğinle emek verdiğin kentin tek gerçek mağazasında vitrine koyduğun o muhteşem Kırmızı Elbiseyi….

Aşkı sordular bana,

Bence “Kırmızı” dedim….

İyi demiş miyim?