Düzenli olmasa da fırsat buldukça parka yürüyüşe gidiyorum. Yolda iki küçük park daha var, kurumuş yapraklar, sarı, kızıl, bronz; yerlerde, dallarda.

Rüzgâr esiyor, metalik bir ses çıkararak üzerime doğru akıyor yaprak seli. Baki’nin her taraftan ayağıma altın akar gelir dediği böyle bir şey olmalı diyorum içimden.

İki küçük parkın ve yarım park diyebileceğim yokuş boyu iki sıra çınara yurt olan bir geniş yol arasının yanından geçip Bağbaşı Parkı’na varıyorum. Parkın yürüyüş yolunda bir tur yürüyüp çardaklardan birine oturuyorum. Yanımdaki kitapları açıyorum orada.

Biri şiir oluyor kitaplardan. Özellikle şiir kitaplarını evde okumakla parkta okumak arasında büyük fark var. Yavaş yavaş, alçak sesle, arada durup düşünerek, sindirerek okuyorum. Yirmi otuz sayfada birçok şiire, dizeye işaretler koyuyorum kurşun kalemle. Hayır, evde okusam bu kadar işaret koymazdım bu sayfalara. Çünkü sadece metin değil beni etkileyen, atmosfer başka, hava şiir okumaya müsait parkta… Bir de sadece kitabın sayfalarını değil; parkı, mevsimi, kuşları ve insanları da okuyorum çünkü. Derken okuduğum sayfalarda şairin de benim gibi düşündüğü bir şiire rastlıyorum.

Yürürken Yeri ve Göğü Okuyan Şair

Şiirde, her akşamüstü yürüyüşe çıkan, yürürken kitap okuyan bir lirik kahraman var. Hem elindeki kitabı hem insanları, çevresini, atmosferi okuyor. Okudukça ağlıyor, gülüyor, merakı artıyor. Sonra kurşun kalemle defterine yazıyor gördüklerini.

Bu sefer yanıma aldığım şiir kitabı Cahit Koytak'ın “Yalnızlık Sanatı”ydı. Birkaç aydır masamın üstünde bu kitap. Ara ara okuyorum. Şiir kitapları bir solukta okununca hızla tüketiliyormuş, haksızlığa uğruyormuş gibi geliyor bana. Havasına girerek okunmalı onun için. Bahsettiğim şiirin adı, “Yolda Yürürken”. Şu dizeler de parkta altını çizdiklerimden:

“Tanrı’nın kaleminden süzülen

Meneviş rengi

Bir damla mürekkep misin yoksa

Sen, yaratıcı hüzün?

 

Hamuruma sızan

Ve gecelerime, gündüzlerime,

Yoluma, yolculuklarıma,

Yol türkülerime karışan?”

 

“Ne akıl satalım, ne yol soralım,

Azığımızı paylaşalım ve suyumuzu, ama

Damla tattırmayalım kimseye kederimizi.”

 

“Kocayan atlar kırlara salınırlar,

Kocayan insanlarsa

Kendi içlerinde, Tanrı’nın oradaki

Terkedilmiş köyüne çağrılırlar.”

Bir Dükkan, Bir İrfan Sofrası

Yanımda götürdüğüm bir diğer kitap Ahmet Yüksel Özemre’nin “Üsküdar’da Bir Attar Dükkanı” adlı kitabıydı. Aslında uzun yıllar önce çıktı bu kitap, çıktığından beri de okumak istediğim bir kitaptı. Kısmet bugünlereymiş. Bir küçük dükkana odaklanarak yakın tarihe, bir semtin yaşayışına, zamanla hayat tarzımızda nasıl değişiklikler olduğuna ışık tutuyor yazar bu kitapta. Zevkle okudum. Ama belki de uzun süre okumayı ertelediğim için sanki daha fazlasını bekliyordum. Attar dükkanında yapılan tasavvuf sohbetlerine de yer verecekmiş gibi bir izlenim edinmiştim nedense. Böyle ince bir kitaba o kadar şey sığmazdı elbette. Belki beklentimin o kısmı yazarın diğer kitaplarındadır, dedim sonra. Bir de kitabı okurken Mitat Enç’in “Uzun Çarşının Uluları” kitabından aldığım tada benzer bir tat aldım, onu da söylemeden geçmeyeyim.

Tasavvuf nedir, sûfî kimdir?

Geçen hafta Bağbaşı Parkı’nın çardaklarında bana arkadaşlık eden kitaplardan biri de Annemarie Schimmel’in “Tasavvuf Notları” oldu. Harika bir giriş kitabı. Özellikle Avrupalı okur için kaleme alınmış ama konuya merak duyan herkes için, bir de hafıza tazelemek isteyenler için iyi bir kitap. Bu kitapta da kurşun kalemle birçok satırın altını çizdim. Kendi kitaplığındaki kitapları okumanın da böyle bir güzelliği var işte. Çiz, derkenar yaz, not al… Sonra belki bakarsın. Hayat akıp giderken geri dönmek pek mümkün olmasa da imkansız değil bu.

Altını çizdiğim satırlardan:

“Kelime anlamı, ‘yatağı dar olan bir ırmağın sel alıp yatağından taşması’ demek olan şathiyeler, bilerek ve kasten söylenmezler, vecd halindeki coşkulu sâlikin aşkla dolan kalbinden taşan ifadelerdir onlar.”

Yağmurlu Günler

Ben bu notları yazdıktan sonra yağmurlar başladı. İnce ince yağan, havanın kasvetini, sıkıntısını bir parça gideren yağmurlar. Şimdi çınar yaprakları metalik bir sesle savrulmaz rüzgârın önünde, ama her havanın, her günün ayrı güzelliği var. Her yürüyüşte farklı sayfasını okuruz hayatın. Hiçbir manzara kendini tekrarlamaz, tekrarlayamaz. Çok benzeseler de bulutlar hep farklıdır, ebru teknesinden aynı ebru iki kez çıkmaz. Bu böyledir. Yol kenarındaki her karahindiba, çamlar arasında uçan her alakarga ayrıdır, yenidir parklarda.

hudai-can-1hudai-can