Neredeyse gitmediği doktor, kullanmadığı iğne  ilaç  kalmamıştı. O şehir bu şehir, yurt içi yurt dışı, filmler, tahliller… Sonuçlar üç aşağı beş yukarı hep aynı çıkıyordu. Doktorların bir dediğini iki etmiyordu. Tıbbın verilerine göre sapasağlam bir adamdı. Hekimlerin “turp gibisin maşallah “sözleri onu daha da çileden çıkarıyor, hastalığı sanki bir kat daha artıyordu.
     Nereden çıkmıştı bu hastalık, dermanı yok muydu acaba? Bundan sonra hep böyle mi yaşayacaktı. İş gezilerine, seyahatlere giderken hep diken üstünde mi olacaktı. Kendisine hep ” hasta adam” nazarıyla mı bakılacaktı. Dünyanın bir ucundan öbür ucuna ihracat-ithalat yapan, bir telefonla sıkıntıları halleden, her zorluğu yenebilen koskoca Ağa Şirketler Grubu’nun patronu  Teoman Bey  çaresiz, eli kolu bağlı bir adam rolünü mü oynayacaktı. Bu kadar servetin içinde yüzerken bir hastalığını tedavi ettiremeyecek miydi?
     Hayatı  boyunca   kazanmanın, başarmanın, tuttuğunu koparmanın gururuyla yaşayan  Teoman Bey ne yazık ki bu kez aciz kalmıştı.  Bağırıyor, çağırıyor fakat kalbinin derdine bir türlü derman bulamıyor, bulunamıyordu. Yenisi alınıp takılacak bir şey olsa bir dakika  bile  düşünmeyecek, bütün serveti pahasına da olsa hemen “Buyur doktorum, işte yenisi, hemen tak ve bir an önce kurtulayım şu azaptan” diyecekti. Rahatça gezememekten, keyfince   yiyip  içememekten bıkmış usanmıştı. Nereye adım atsa” ha şimdi ha birazdan kalbime yine sıkıntılar girecek”  diye an be an korkuyla yaşıyor, adını duymak bile istemediği  ölümü hatırladıkça çıldıracak gibi oluyordu.
      Yenilmez adam, naçar kalmış,  koskoca bir zavallı olmuştu. Ne gündüz ne gece, huzuru çoktan unutmuştu. Beş altı aydır kalbini sıkan, iç alemini zorlayan   hastalıkla yatıyor, çaresizlikle kalkıyordu. Hele geceleri gördüğü rüyalar inanılacak gibi değildi. Hanımına bile anlatmaktan çekiniyordu. Birazcık uyur gibi olsa kalbindeki marazlar bir gulyabani gibi karşısına dikiliyor “Hastasın,  hastasın işte, bizden kurtulmadıkça huzur yok sana” diye bağırıyorlardı. Kimdi bunlar, neyin nesiydi acaba? Kalbiyle ilgili bütün tetkikler hep iyi olduğu halde bu sıkıntı, bu kalp darlığı niçin geçmiyordu acaba?
      Bıkmıştı artık doktorlara gitmekten, nefret  ediyordu ilaçtan,  iğneden. Bir mecnun olmuştu şimdi, kalbinin Leyla’sını arayan bir mecnun. Adı “kalp delisi Teoman’a” çıkmıştı. Dolaştığı, gezdiği yerlerde yerli yabancı  karşısına çıkan herkese önce“Kalbin nasıl” diye soruyor, yok mu gönlüme bir derman dercesine uzun uzun kalbinden bahsediyordu.
      Bir sabah yine o hasta haliyle  iş yerine geldiğinde masasının üzerinde duran bir paketle karşılaştı. Yurt dışında bir ay önce tanıştığı bir psikologdan geliyordu. Önce bir kahkaha attı ve “Herhalde benim gibi deli bir adama kalp  resmi göndertmiştir bu zavallı doktor” diyerek paketi açmaya başladı.   Evet  evet, yanılmamıştı, bu bir kalp resmiydi ve kendisine de küçük bir not yazmıştı. “Sevgili kardeşim, işte ilacın, yeniden görüşmek dileğiyle. Selam. Dr. Selami.
      Altın yaldızlı çerçeve içindeki kalp resmini eline alan Teoman Bey koltuğuna oturdu ve resme dikkatlice bakmaya başladı. Okudu, okudu, bir daha bir daha. Hıçkıra hıçkıra yeni doğmuş bir bebek gibi hem ağlıyor hem de resmin altındaki” İyi bilin ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”  ayetini okuyordu. Evet, kalpler ancak sahibini anmakla huzur bulabilirdi ve Teoman Bey de bu hakikati geçte olsa idrak etmiş, huzura ermişti.