Çevre dostu bir insan, doğanın güzelliğine hayran biriydi o. Emekliydi ve adamıştı kendini çevreye, yeşile. Bunun için bir vakıf bile kurmuştu. Asla tahammül edemiyordu sağda solda uçuşan poşetlere, yeşili kirleten  pet şişelere ve benzerlerine.” Doğamız temiz kalsın, ekolojik denge bozulmasın” diyor sanki başka bir şey düşünmüyordu. Bu gayretlerinden dolayı almış olduğu nice  plaketler, çokça takdirler vardı.  Çevrecilik adına, tabiatı koruma adına  hassas mı hassas, çetin mi çetin bir adamdı Yalçın Bey.

Yine bir sabah vakfa gitmek için yola çıktığında, bir anda  rahatsızlanmış ve doğruca doktorun yolunu tutmuştu. Kan tahlili, tomografi  derken, tıbbın son teknolojik aletleri  hazine arar gibi  üzerinde gezdiriliyordu. Hiç hesapta olmayan bir  hastalık  doğa güzeli bu yalçın adamın yüzündeki bahar neşesini hemen kışa çevirmişti.” Ne oluyor sana Yalçın! Dur bakalım, panikleme, akıl ipini hemen koparma” gibi sözlerle kendini teselliye çalışıyor, sanki              hiçbir şey yokmuş tavrına bürünüyordu.. Bu halinin, ağlayan çocuğu bir anlığına susturmak için verilen  şekere benzediğinin de farkındaydı.  Dış alemini  kandırsa da yalçın adamın içinde  ağlama sesleri gittikçe yükseliyordu.

Ne demişti doktor, uzun uzun neleri konuşmuşlardı, o aletler neyi göstermiş,  hangi sırları açığa çıkarmıştı   görmediği, bilmediği, tanımadığı vücut dünyasında. Daha düne kadar başını yastığa koyarken sanki yeşillikler içerisinde bir ağaç altında yattığını hayal eden, yeşil rüyalar gören  bu çevreci adam şimdi başını taşa korcasına yatıyor, denizlerin karanlığında yaşarcasına karanlık düşler görüyor, vücut aleminin karanlıklarında boğuluyordu sanki.

Gündüzleri yeşille uğraşan, geceleri karanlıkla boğuşan Yalçın Bey yine bir gece o taş yastıkta uyuma mücadelesi veriyordu. İşte yine o muayene odasındaydı, üzerinde aletler kara karıncalar gibi geziniyordu. Sıkıntıdan bağıracak, en güçlü nefesiyle haykıracaktı ki, “Ey Yalçın adam’” nidasıyla sesi kesildi. “Makam arabanı her gün yıkatır, odanın camlarını her sabah sildirirsin. Elbisedeki sinek lekesini görür, dişindeki küçücük siyahları  temizletirsin.  Dağ, ova, bağ, bahçe dolaşır çöpleri toplar, toplatırsın. İyi bir çevreciyim derken yerden göğe kadar haklısın. Ama içinde bu kadar nahoş kokular varken bizi kandıramazsın. Be adam! Bir kez de insaf edip baksana eline, diline, gözüne, kulağına. Bak, bak! Kalbinin üzerindeki şu siyah   lekeler nice. Ey Yalçın!’ Nice çöp yığınlarını temizledin de, gönül evini,  kendi bahçeni bir gün olsun süpürmedin. Niçin teraziyi denk tutmazsın, dışını süsler de içini ertelersin?  Ey gafil adam! Çabuk davran, musalla taşına gelmeden paklan ki” Nasıl bilirsiniz sorusuna”,içiyle dışıyla çevreciydi” denilesin. Dünya da ödüllendirildin, ahrette de ödülü hak edesin.

Kan ter içerisinde gözlerini açan Yalçın Bey eşinin sakinleştirmesiyle ancak kendine gelebilmişti. Yalçın adam hıçkırıklarını tutamıyor tam bir çocuk olmuş ağlıyordu. Akan göz yaşları belki de iç temizliğe başlamanın ilk işaretleriydi.”Temizleyeceğim, temizleyeceğim Allah’ım! Bundan sonra daha bir çevre dostu olacak, nefsime, şeytana, içimi karartan sinsi mikroplara karşı yalçın bir adam olacağım Allah’ım”  diyordu.

Ertesi gün seherde kalkan  Yalçın Bey ve eşi, yaratana kul olmanın bilinciyle seccadeye kapandılar, göz yaşları arasında yalvardılar. Yalçın Bey ”Allah’ım, bu günkü  kalp ameliyatımı kolay eyle, tövbemizi nasuh eyle, bundan sonra da seni tesbih eden yeryüzü bahçeni  ve nazargâhın olan gönül evimizi temiz tutmayı bizlere  nasip eyle” diye dua ediyor, Aysel Hanım da aynı heyecanla “Amin” diyordu.