Milenyuma girmek üzereydik.  Adıyaman’da bir  Japon turistle karşılaştım. Tek başına seyahat eden bir kızdı. Tur rehberimizin ricasıyla bu yalnız kızı gruba dahil ettik. Bizimle birlikte sabahın kör karanlığında Nemrut Dağına çıktı. Olağan üstü taş harabeleri görmek için kilometrelerce yürüdü.  Güneşin bizimle doğurdu, batırdı. Bir zamanlar tanrılara kurban için adanan kutsal bakire sunağının soğuk ve kaygan taşlarına bizimle dokundu. Eskilerden  günümüze nasılsa gelebilmiş se,  en eski tarihi astroloji  sütununa  bizimle  el değdi. Taşlı tozlu bozuk patika yollardan birlikte indi. Bizimle bir yudum demli çay içti ve nasıl oldu ise akşam eğlencesinde bizimle idi. İçimizde başlayan merak giderek arttı.  Fesat damarımızın kanlandı bir kere  ve aramızda fısırdaşmalar aldı yürüdü.  Anasının dizinin dibinde oturmak dururken kalk gel hiç bilmediğin diyarlara, soğuk sıcak deme harabe gez elin bilmediklerine diye düşünmeye başladık.   Kızım dedim içimden; hadi biz yurdumuz öğreniyoruz sana ne oluyor haaa, otur ülkende tv seyret, dizi izle, eğlenceli  ev toplantılarına iştirak et, bak senin yaşlarındakiler evleniyor insanlar, evinde yemek yap,  neyine senin bi başına seyahat etmek . İçimdeki ses durmuyordu bir türlü; akşam eğlenceyi de kaçırmazsın tabii dedim, oh ne ala,  ama dilim durmadı işte yeter düzeyde İngilizcemle “affedersin bacım sen Japon’yanın neresindensin, bir tanıt kendini  hele..ne işle iştirak etmektesin, hangi parayla geziyorsun kardeşim,  nerden bu değirmenin suyu anlayayım yani,  tarzı maço ifade ile kızı sıkıştırmaya başladım.  Sıkı durun karşımda küçümseye durduğum kız  kim çıktı bakın?  Japonya’nın en tanınmış  kişilerinden birinin, üst düzey bir bürokrat ailesine mensup, uluslar arası bir çizgi  animasyon firmasında her gün dirsek çürüterek parasını kazanan biri imiş.  Bu genç yaşına karşın, dünya kültür değerlerine sevdalı bir gezgin olduğundan, yolu bizimle kesişmiş. Onu dinlerken elleri boş durmadığını bi şeyle uğraştığını fark ettim. .  Ne yapmaya istediğini anlamaya çalışırken, bir kağıdı aldı,  katlaya katlaya  Japonlarca kutsal sayılan “ dua kuşunu”  benim için yaptı. Karşılaşmamızın hatırası olarak, iyi duyguları ile bana verdi. Böyle bir iyiliğin karşısında ne yapılır, tabi kii elimi fillerdeki gibi göğsümün üstüne alıp, bu cesur, ahlaklı, çalışkan kızın önünde tek tur eğildim.  Kuş uçtu kalem oldu, sözcüklerini buldu…..
     Şimdiki yazımız inanılmaz güzel birinden geldi, adı Sezin Metin. Mimar Sinan Üniversitesi  Matematik Bölümünde okuyor. Ona ve ailesine böyle bir kız evladı yetiştirdiği için teşekkür ediyor , sizlerle baş başa bırakıyorum; 
    “Çocuk olmak; masumluğu,kirlenmemiş duyguları,akıl ve kalbin hesapsız bir olmasını,en ufak şeylerden bile mutlu olmayı ve sınırları asla çizilemeyen bir dünyayı keşfetmek için gösterilen çabayı ifade ediyor.Ancak toplumun bakış açılarıyla yaratılan kız ve erkek çocuk ayrımı iki farklı kutup oluşturup,çocukluk kavramını soyutlaştıran bir hal alıyor.Bu ayrımın en büyük problemlerinden birisi de kız çocuklarına da bahşedildiği ileri sürülen özgürlük algısı.
   Savunmasız,güçsüz,kendini koruyamaz olarak nitelendirilen kız çocukları...Belirli bir saatten sonra oyunun en güzel yerinde eve çağırılan,akşam yemeğinde anneye yardım etmenin görev olduğu sürekli aksettirilen kız çocukları.
      Kız çocukları ince ruhları,dünyaya bakış açıları,hayal güçleri ve empati kurabilmeleri gibi özellikleri ile tam bir zerafet örneğidir.Bu zerafet toplum tarafından zarar görebilir ve başına her türlü müsibet gelebilir algısı ortaya çıkartıyor.Çünkü kız çocuklarının kusursuz ve dikkat çekici özelliklere sahip olduğunun herkes farkında ve bu yüzden kız çocukları cam bölmelerde saklanan bir elmas gibi kapana kıstırılıyorlar.Dünya genelinde tecavüzler,cinsel istismarlar,kaçırılmalar öyle çok arttı ki ebeveynler de doğal olarak kendi çocuklarının da başına gelebilir endişesine kapılmaya başlamakta.Bu paranoya bir çok yanlışı beraberinde getirerek kısıtlandıkça özgüvenleri yetersiz,sürekli korunmaya muhtaç,kendi gücünün farkında olmayan kız çocuklarının yetiştirilmesine sebep oluyor.Oysa ki aklı,mantığı,fikirleri ve duruşuyla bir çok şeyi değiştirecek olan geleceğin kadınlarıdır kız çocukları.
       Bazı toplumlarda da yer etmiş olan "Evlenene kadar biz bakmalıyız,evlendikten sonra kocası alır sorumluluğunu" algısı da bize aile bilincini benimseyememiş toplulukların korkunç cahilliğini gösteriyor.Kimi neyi koruyoruz? Kimi kimden koruyoruz?Zekası ve akıl almaz hayal güçleri ile bizi dünyevi çirkinliklerden uzaklaştıran tek varlıklardır çocuklar,bunu unutuyoruz.Daha çocukluğunu yaşayamayan kız çocukları bir anda 'gelin' oluyor.Sonra 'anne';çocuğuyla büyüyen bir anne...
 Zordur,kendi içinde bir savaştır kız çocuğu olmak,aldırış etmemeyi bilmektir.Bunları yaparken saygıyı da koruyabilmektir.Bugünün kız çocukları yarının güçlü kadınlarıdır.
     Bana varsın teyze desinler;  umursarsam ne olayım, ve yüreğim öyle mesut ki, projeme  nefis bir yazı daha eklendi.  Bu yazı ile kız çocuklarının mutlu yarınlarına ufak bir adım daha attık;  sözü, kanaati, anlatacakları olan kızlarımla aslında bir dua yazmaktayız....
  Hayırlı Yarınlar İçin Var Mısınız?