“Bir gün Hz. Ali'nin taraftarlarının yoğun olduğu Küfe'den, bir Arap, devesiyle Şam'a gelmiş. Şam sokaklarında dolaşırken biri ona yanaşmış:
- Ver o dişi deveyi bana! demiş. Tartışma büyümüş, Küfe'den gelen adam, "Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir" diye itiraz etmişse de anlaşamamışlar. Konu Muaviye'ye yansımış.
Halk meydanda toplanmış... Muaviye, Küfe'den gelenle Şam'da deveye sahip çıkan yerliyi dinledikten sonra, kararını açıklamış:
- Bu dişi deve Şamlınındır!
Sonra toplananlara dönmüş ve sormuş:
- Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?
Cemaat hep birlikte bağırmış:
- Şamlınındır!
Küfeli şaşkın bir vaziyette devesinin ardından bakakalırken, Muaviye onu yanına çağırmış:
- Ey Küfeli, dinle! Sen de ben de biliyoruz ki, bu deve senindir ve dişi değil, erkektir. Ama sen Küfe'ye dönünce gördüklerini Ali'ye anlat ve de ki: "Ey Ali, Muaviye'nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 10 bin adamı var! Ayağını denk al!"
Nazlı Ilıcak, Sabah Gazetesindeki köşesinde bunları yazdı.

Hicretin 9. yılında Necran Hıristiyanlarını temsil eden 70 kişilik heyet, başlarında liderleri de olarak Medine'ye gelirler ve Peygamber Efendimiz ile görüşürler. Görüşme sırasında Hz. İsa Aleyhisselam hakkında tartışma yaşanır. Tartışma bir çözümsüzlüğe gidince, Allah'ü Teala, Al-i İmran Süresi'nin 61. Ayeti'ni indirir.
Ayet-i Kerime mealen şöyledir; “Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında tartışmaya girerse de ki: 'Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah'a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah'ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim.”

Peygamber Efendimiz ayetin işaret ettiği bu çözüm formülünü konuklarıyla paylaşır ve aynısını yapmayı önerir. Ayet, hangi taraf yalancı ise tüm aile fertleriyle birlikte Allah'ın ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemeyi teklif etmektedir. Bunun üzerine konuklar düşünmek için mühlet isterler. Ertesi günü belirlenen saatte bu teklifi kendileri için tehlikeli bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Hz. Peygamber'in yanına geldiklerinde bakarlar ki, Resulullah (sas) Hz. Hüseyin'i kucağına almış, Hz. Hasan'ın elinden tutmuş, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali'yi arkasına almış, 'Ben dua edince siz de Amîn dersiniz' diyor. Yani edilen yeminin ortaya çıkaracağı sonuca, birinci derece aile yakınları da dahil ediliyor, karşı tarafa da aynı şey teklif ediliyor. Nitekim heyet başkanı Hz. Peygamber'in yaptığı teklifi kabul etmez. Cizye vergisi vererek İslâm hâkimiyeti altında yaşamayı benimsediklerini bildirir. Hz. Peygamber de onlara bir emânnâme yazarak yolcu eder.

Kaynaklarda 'Mülâane' olarak geçen ve kilitlenmiş konularda çözüm olarak önerilen bu formül, yani karşılıklı lanetleşerek meseleyi vüzuha kavuşturma yöntemi, kocanın sadece kendisinin şâhit olduğu bir zina olayında başka şâhit bulunamadığı zamanlarda da hukuken uygulanmaktadır. Nur Suresi 7,8,9. ayetlerde bu durum detaylı bir şekilde anlatılır.

Ülke gündemini uzun süredir meşgul eden, kamuoyunun zihin karışıklığı yaşadığı son tartışmalara, bir akademisyen olarak bir nebze de olsa ancak bu şekilde katkıda bulunmuş olalım.

Sayın Gülen'in 'beddua etti' şeklinde kamuoyuna yansıyan sohbetinde işin içine aileler ve evler de dahil edilerek hepimizi şaşırtan bir dua söz konusu olmuşsa, hatta orada yapılan duaya o sırada yanında bulunanlar ve dünyanın dört bir yanındaki insanlar da amin demişlerse, artık konunun nihai hakemi olarak Cenab-ı Allah belirlenmiş demektir.

Hakem Allah olmuş ise, adaletinden kim şüphe edebilir ki...

Osman Özsoy, Yeni Şafak Gazetesindeki bu yazısından dolayı köşesinden oldu.


Haftaya siz bunları okuduktan sonra devam edelim yazmaya, (Mevcut hükumetin Milli Görüş geleneğinden gelen mütedeyyin insanlardan müteşekkil olduğunu gözardı etmeden.) hep beraber çalışalım aslında ne olduğunu anlamaya…

Yusuf Aksungur
twitter@yaksungur

Not: Bu yazı aslında daha önce yazıldı ama seri halinde yazıldığı için sıralamaya göre gidiyoruz.