Dokuz Eylül tıp fakültesinin kazandığım gün dün gibi aklımda hala. Tek sıra içeri alındığım gururlu kalabalığın içinde kendime bir yer bulup oturdum, eski bina anfisinin tahta gacırtılı tek sıra yıllanmış sandalyelerine.  Altı yıllımı şekillendirdi, beraberinde sıradanlığımı aldı süpürdü.  İnsanlığım hala duruyorsa, onca zorluğa, ayrımcılığa karşın, sebebi kısaca sendin.
      Hevesliydim öteden, taaa çocuk çağlarımda, sıska zayıf, sokaklarda koşarken yüreğime düşmüştüm, hekim olmak. Vazgeçmedim, devam ettim.  İzmir’in  özgür soluklu ikliminde, hayat buldu isteğim, gerçeğe erişti.  Yarım kalmadı yani, sürdü, sonuca erişti. Nasıl bir mutluluktu,  o ilk laboratuar çalışması, sanki ertesi gün sözlü sınav varmışcasına heyecanla ders sonunu bekleyişim,  altı yılın böyle geçmesini  dileyişim.  Sonra bizi o malum ilkleri karşılayan anatomi salonuna almışlardı. Onca gönüllü kadavra eğitim için masalarda iken, onlara ölü bile olsa nasıl nazik, saygılı davranmamız gerektiğini  hatırlatan Prof Tarik Günbay’ı  ve hazır olda bizleri bekleyen  eğitim ekibini  unutmak ne mümkün…
    Servis derslerini sürekli ekmekle ünlenen beni, “ne yapalım hadi bugün de affedelim  hallerindeki” cerrahi asistanlarını  kolidorda el pençe hocaların konsültasyonu için  bekleşirken görür şaşardım.  Bir tek bana mı bu iyilikleri, yoksa başkaları da böyleler mi? diye çok sorgulardım, yanıt bulamazdım.  Daha sonraları  rektörlük yarışında ipi göğüsleyecek zorlu bir Ortopedistin olan hocamın sözlü sınavında, araya girip beni  başarısız olmaktan kıl payı kurtaran baş asistanının cesaret ve merhametini  anlatsam bitiremem size. Ben tıp eğitimimde bir Allahın teşekkürünü çok gördüğümüz ebe hemşirelerden;  zahmetsiz damar yolu açmayı, enjeksiyon yapmayı,  yara bakımını,  diabet  takibi inceliklerini  öğrendim.  Nöbet zamanı dinlenme odası bulmaya kadar yardımlarını esirgemeyen başhemşirelik dahil diğer personel nasıl üzerimize titrerlerdi  ya?  Dokuz Eylül, saha için profesyonel, meslek için sahaya hazır, meslektaşa saygılı, hastaya vicdanlı mezunlar verdi. Daha sayayım mı?
     Bir başka okuldu Dokuz Eylül Tıp ve kampüs alanı. Farklı din ve dillerden sayıca fazla olmayan insanla tıp sanatı ve insan olmanın inceliklerini öğrendik. Bi dolu devrim karşıtı İranlıyı, burslu Ganalı siyahı yı, Arap asıllı tanıdım. Şimdi neredeler bilmiyorum ama, sevgi aldım sevgi verdim. Dokuz Eylül’lü olmak böyle bir şeydi;  tıp ki şu toplantıda sayın Mahmut Tekini’i izlerken hissettiklerim gibi, Dokuz Eylül’lü olduğunu bildiğim müdürün insanı tutumumu  gözlemlerken anladıklarım gibi, 112 acil servislerini kentte canlandırırken  personelle iç iç içe sergilediği sevecenlik  gibi, kurumsal  eksikler fark etmede takındığı profesyonel tavır gibi, kimseyi ötekileştirmeden hekimlik mesleğinin hak ettiği değeri  katarken olduğu gibi, tıp kı Dokuz Eylüllü olarak öğrendiğimiz gibi, insanı, vicdani, demokratik olmak gibi…
    Sayın Tekin, sizin için bi kova soğuk su bana zor gelir bu saatten sonra, ne edelim o zaman, takdirimizi esirgemeyelim o zaman,   “ya ya ya şa şa şa ,dokuz eylül adına,  sayın Tekin çok yaşa”