Var, evet var, itirazım var, şu yalan dünyaya… Yanlış anlaşılmasın sakın, yüce yaradana  isyan değil sözlerim, sadece vicdan meselesi yaptım bunları. Sizinle paylaşmak istedim. Hani vardır ya, gönül telinizi titretir ama elden gelen bir şey yoktur, işte onlardan derlenmiş yaşanmış öyküler güncesini sizlere açıyorum. Ara ara bu güncelere bir yenisi ekleyerek kadın olmayı canlı örneklerle sorgulamak niyetindeyim.
      Öğrencilik yıllarımda Azeri asıllı bir kız arkadaşım vardı. Sık sık bir araya gelir,onun bana  anlatığı hayat hikayelerini dinler, doğu- batı arasında kadınlık hallerini karşılaştırır dururdum. Her gün daha fazlası  için yanından ayrılmaz, oryantalist bir hevesle duyduklarımı hep anımsamak isterdim. Birini ilk kez  paylaşıyorum.  İran devrimi yıllarında-şah devrilmiş mola rejimi gelmiş, Beni Sedr Fransa’ya kaçmış- Tebriz ili sınırlarında yaşayan bir çiften bahsedeceğim size. Hatırladığım kadarı ile öykü şöyle;  alımlı varlıklı bir hanımla evli gösterişli bir bey var. Erkeklere sunulan fırsatları, avantaya çevirip o kadın benim bu kadın senin gününü gün edip dururmuş deyus.  Hani göz görmezse gönül katlanır dense de, akraba, tanıdık içinde bir nebze adalet duygusu olan kim varsa  bu hali kendisine hiç yakıştıramaz, hanımının kalabalık yakınları varken bu işi kan temizleyeceğini söylermiş  ama nafile, işte. Alışmış bir kere, yasalar onun yanında iken, fırsatlar kaçmadan nefis denilen şeytanın peşinde koşmaktan vazgeçmemiş. Maşallah biri, ikisi, üçü, derken bi dolu kadınla gönül ilişkisini olmuş bu beyefendinin. Hala sağlıklı, varlıklı iken dünya nimetlerinden gözünü çevirmek istememiş, ta ki biri ile gündüz gözü kendi evinde basılana kadar. Öfkeli akrabaları ile  kapıya dayanan karsını karşısında görünce neye uğradığını bilemeyen bey efendimiz, çamaşırlarını bile giyemeden, Tebriz sokaklarında damdan dama, çatıdan çatıya, hoplaya zıplaya, uça, koştura mahallenin bir uçundan diğer uçuna öyle bir kaçış eylemiş ki, deyme İran kedisi  yanında halt etsin. Bu madara hikayenin sonu nasıl bitmiş derseniz;  adam karısına geri sönmüş, adalet bu ya yanındaki aşüfteyi mahalleli benzetmiş. Muta nikahına ise hiç girmiyorum.
    Millenyumda Paris’in kuzeyinde bir kentinde akraba yemeğine davetliydik. Hıristan geleneği gereğince konuk olan bizlere kaz ciğer dahil  nefis Fransız yemekleri hazırlamıştı, Anias. Elleri dert görmesin. Sofrada ondan fazla kişi idik, yarımız türk yarımız Fransız gece geç vakte kadar- saat 12 vuruncaya Jesus doğana kadar- yemeğe devam ettik. Yemekte yanımda oturan şık bakımlı, oldukça sosyetik, her hali ile varlık zenginlik kokan kim olduğunu bilmediğim bir kadınla tanıştırdı  beni evin sahibesi. New york’ta yaşayan ve Fransa’ya aradan bir uğrayan kız kardeşini ilk orda gördüm. Saygı ile selamlarken, sürekli bir şeyler aranıp duran bu kadını tanımaya çalışıyordum. Aradığını bulduğu anda bana dönüp, lüppen Fransız edasıyla bir euroyu uğur parası olarak bana uzattı.  Ne yalan söyleyeyim size, kaz ciğerinin lezzetinden öyle bi gözüm dönmüş ki, elime tutuşturulan metal paranın anlamını hiçççç sorgulamadım. Meğer bir gelenekmiş, ona ve bana uğur getireceğine inanılırmış. Yakınlarda evrak ararken elime geçti bu uğur parası, baktım öylece, New yorkta eşinin metreslerinden bıkacak kadar, yılmış halde, kendi evinde ölü bulunan bu onurlu Fransız kadını saygı ile andım. Adalet bu mu yaaaa…. Doğuya gidiyorsun aynı terane, batıya geliyorsun aynı…
      Bizde farklı mı sanki?  Yakın dostum,  Fatma Zeybek’ten öyle bir öykü dinledim ki tüylerim ürperdi. Yıllarca bir arada olduğu yardımcısı bir kadından bahsetti.  Hani yeri gelir can yoldaşınız, sırdaşınız, yer gelir koca ananız, dert ortağınız olanlar olur ya, işte onlardan.  Halim selim bu Anadolu kadını, yakınlarda hakkın rahmetine kavuştu.  Biliyorum Fatos bu senin için çok zordu. Allah rahmet eylesin, toprağı bol olsun. Ama anladım ki,  sana asıl zor geleni ölümü değil, vaktinin daraldığını hissedip hellalik almak için taaa kapısını kadar gelip, beyaz yazmasında anılarını, acılarını, göz yaşlarını, çaresizliğini  avuçlarına sermesi de değil. Asıl zor olanı, eşi bildiği, üç çocuk verdiği, 40 metre kare tuğla evi cennet mekan eylediği  helalliği saydığı kocasının,  daha ölümünün  elli ikinci gecesini beklemeden, madigudisi ile evlenivermesi değil mi?
        Adaletin bu mu dünya?
       Sarı gelin, yaz dedin diye yazıyorum, ama ne kadar etkili olur bilmiyorum. Yangına ağzı kadar su taşıyan karınca kadar olabilirim ancak, en azından tarafım belli olsun istedim.
       İtirazım var valla şu yalan dünyaya……