Bir Pazartesi sabahı idi. İki yaşlı kadın odadan içeri girdiler. Yüzleri asıktı, belki ki bir şeylerden rahatsızdılar. Kulak kabarttım. Aile hekimi istedikleri ilacı yazmamış, değiştirmek ve onu şikayet etmek için gelmişlerdi. O kadar şikayetçi halleri vardı ki, hekimin bunca sene yaptığı iyiliği, alakayı, özeni, ilgiyi hiçe sayıp veryansın ediyorlardı. Hekim arkadaş için üzüldüm, çünkü biliyordum ki, yaklaşık bir yıldır kanser ile savaş veriyor, hastalığın nüks etmediği iyi hallerinde hastalarını yalnız bırakmamak için ha babam de babam çalışıyordu. İçimden çık çık ettim…Va y be demek bu kadar her şey….sonra döndüm , bu iki yaşlıya yalan dünya adına tebessüm ettim…
Bakanlığı kanser hastaları için sloganını duydunuz mu? “Tebessüm Et- Hayata Bağlan” Ben beğendim. Hazır sırası iken, kanser hastalarını iyileştirmek için uğraşırken, hayatını kaydeden değerli arkadaşımız, Dr Serap Bayur’u tebessümle yeniden anmak istedim. Ve herkesten, her şeyden şikayetçi olanlar ; yaşama tutunmak için varını yoğunu ortaya koyan kanser hastaları adına, bir yıl önce yayınlanan bu yazıyı, sizlere ince bir tebessümle yolluyorum …
Sevgili Serap;
Dün gibi hatırlıyorum. Denizli Devlet Hastanesinde sekiz yıl önce bu zamanlar bir telefon görüşmesi yapmıştık. Bu konuşmanın nasıl sonlandığını sana söylemek istemiyorum. Ama telefonun diğer ucunda olan kişi bendim. Çöplerin düzenli olmasını sağlamaya çabalarken yaşadığım trajik ve komik olayın bir yazıya konu olacağını bilmezdim. O günden sonra seni uzun bir süre görmedim. Kim olduğunu ya da nasıl biri olduğunun konusunda en ufak bir fikrimde olmadı. Yalnızca bir sabah erkeden yaşadığım çarpışma dolu dakikaların kulaklarımda yaratığı etkinin izlerini taşımaktaydım. Seni aradım, ama yoktun. Tanıdığım bir ebeye “Serap” hanımın burada olup olmadığını sordum. Bana artık hiç gelemeyeceğini söyledi. Kelimeler dilimde uzadı, inceldi, bir türlü hizaya gelmedi. Çöp……meselesi işte…. neyse canım ben sonra gelirim dedim ve hemen uzaklaştım.
Sarkoidoz(kötü huylu akciğer tümörü) ön tanısı için söylenecek fazla bir şey yoktu. Akciğerlerinin bir kısmının cerrahi olarak çıkarıldığını öğrendim. Tıp kitaplarının ayrıntı dolu sayfalarında milyonda bilmem kaç kişiye rastlayan bu hastalığın bir hekim olarak seni bulmasından derin üzüntü içindeydim. ….………………..Bir sabah “erken tanı” ekibin ile ilk kez gördüm seni. Çevrendekiler çocuklar kadar şendin. Ortamı ısıtan havanın ilk kez o zaman fark ettim. Beyaz önlüğünü giymiş hazır haldeydin. Neler yaşadın kim bilir. Ne acılara gark oldun. Ne umarsız düşlerin korkusunda uyandın. Ne kaygılar yaşadın. Ama o soğuk mahşerin acımasız atlısı kanser bile yüzünde bir gül tanesi kadar masum duruyordu. Bunları sana anlatmakta çok geciktim. Biliyorum. Ama tüm bunları derinden hissettiğimi şu an senin huzurunda ayakta durur iken anlıyorum. Cep telefonuma bir çığlık gibi düşen ölüm haberini okuduğumda ne yapacağımı bilemedim……………..Ulusal bir gazetede ölümünün ardından bir haber çıktı. Seni ne güzel yazmışlar öyle. Bir avuç şekeri yemek için hazırlanan oyun delisi zeki
çocuklar olur ya. Onlar gibiydin. …….. gazetedeki resmini kestim dolabımın üzerine astım. O fotoğrafa bakarak sana yazıyorum.
“Ey umarsızlıkların yalın savaşçısı.
Ey kötülüğü yıllardır bağrında taşıyıp eli şifaya uzanan günahsız kadın. Ey uğrunda büyük açılar çektiğin sağlığın yenilmez askeri. İşte senin tabutunun karşısındayım. Ağlayamıyorum bile. Ne yapmalıyım.
Gelelim ilk karşılaşmamızda bana sorduğun ince soruya…kırmızı tamamda siyah ne için?demiştin. Serap sonsuzluğa uzanan dostum…Kırmızı senin acılarının ve savaşının karşılığı siyahta bize düşen rengin adıdır.