Afet sonrası bazı vatandaşımız yaralı kurtulmayı başarsa da çok canımızı gitti çok!!!… İyileşenler, iyileşmeyenler, yaşadığı travmayı içinde hapsedip bir gün unuturum umuduyla geleceğe ağır hasarlı devam edenler derken, acının tarifini yapmak zul gibi, bu bana düşer mi bilmiyorum?
Ama şunu biliyorum, 6 Aralık Cumartesi günü (2025), tıp öğrencileri Birliği topluğunun Pamukkale Üniversitesi ve UNİDES (Üniversite Öğrenci Toplulukları İş Birliği ve Destek Programı) programı kapsamında Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından desteklenen DEST sempozyumu, afet bilinci için harikaydı…
Bu kadar profesyonel akan bir programın içinde olacağımdan inanın bende habersizdim…
Önce konuşmacı yakalığım verildi, sonra elime “Deprem Karşı Hazırlık Olalım” bilgilendirme broşürü, defter, kalem vs olan bez torbadan yapılmış küçük çanta iliştirildi. “Kırmızı Düdük” bile unutulmamış emin olun… Günler öncesinden kampüse tanıtımı yapıldı, bizlerden fotoğraf sunum içerikleri istendi, velhasıl kelam sempozyum başladığında program hiç noksansız; ne teknik hata, ne zaman sorunu yaşanmadan dört başı mamur aktı gitti. Ne yiyeceğim bile düşünülmüş. Öğrenci yemekhanesinde kargaşasız bir şekilde halledildi hepsi...
Yaşanan acıya tanıklı eden Doç. Dr. Murat Seyit, Dr. Öğretim Üyesi Şahabettin Çetin, Dr. Öğretim Üyesi Serkan Civlan, Dr. Öğretim Üyesi Emre Atmaca, Doç. Dr. Davut Akın, AFAD yetkilisi arasında sıram geldi ben de sunumu yaptım.
Deprem değil bina öldürür diye söze başlayan Dekan Yardımcımız Sayın Mehmet Yücens’e, unutulmamalıdır ki bazı doğal olayları afet haline getiren bilgisizlik ve alınmayan halk sağlığı önlemleridir sözünü ben ekledim…
Kayıplarımız geri gelmez ama, aktif fay hatları arasında boylu boyunca uzanan Anadolu coğrafyasındaki depreme gerçeğine karşın, affedin bizleri gençler ne olursunuz, boş vermişliğimiz, adam sendeciliğimiz, hileyi seven halimiz, paraya düşkünümüz vs… nelere mal olduğunu anlatır gerçek yaşam öyküsünü “belki ders olur diye” aşağıya bırakıyorum…..
Sayın Civlan’ın kendi ağzından dinliyoruz…
“Saygıdeğer hocalarım, kıymetli meslektaşlarım ve değerli dinleyiciler,
Bugün sizlere, 6 Şubat 2023’te ülkemizin yaşadığı en büyük felaketlerden biri olan Hatay depremi sırasında ve sonrasında sahada tanıklık ettiğim olayları; bir beyin ve sinir cerrahı olarak bilimsel, insani ve mesleki boyutlarıyla paylaşacağım. Bu konuşma, yalnızca yaşadığım anıların değil, aynı zamanda afet tıbbının, nöroşirürjik pratiğin ve insan dayanıklılığının en çıplak hâlinin bir yansımasıdır.
1. Depremin Ardından İlk Hazırlık ve Bilimsel Öngörüler
Deprem haberini aldığımız ilk dakikalarda hepimiz yıkımın boyutunu tahmin etmeye çalışıyorduk. Bölgede aynı gün içinde 7.7 ve 7.6 büyüklüğünde iki büyük depremin meydana gelmesi, bilimsel olarak bize bazı sonuçları düşündürüyordu. Bunlar; çok yüksek enerjili travmalar, politravma oranında ciddi artış, kafa ve omurga travmalarının yüksek prevalansı, uzamış enkaz altında kalma nedeniyle crush sendromu, rabdomiyoliz ve akut böbrek hasarı, afet bölgesine ulaşımın gecikmesine bağlı mortalite artışı ve triyaj sisteminin aşırı yüklenmesiydi.
Bu nedenle Pamukkale Üniversitesi olarak 48 kişilik çok disiplinli bir ekip oluşturduk ve hızla yola çıktık.
2. Çiğli Havaalanı: Bir Afet Seferberliği
Otobüslerle Çiğli Havaalanı’na vardığımızda adeta ulusal çapta bir seferberliğin içine girmiştik. Askeri personel, sağlık ekipleri ve gönüllüler… herkes hareket halindeydi. Bu tablo bize afet tıbbının temel bir gerçeğini hatırlatıyordu:
“Afet yönetimi yalnızca bölgeyi değil, ülkenin tüm sağlık kapasitesini seferber eder.”
Kısa süre sonra bizi kargo uçağıyla Adana’ya sevk ettiler. Uçakta derin bir sessizlik vardı. Hepimiz kendi içimizde bir hesap, bir plan ve bir hazırlık yapıyorduk.
3. Adana’dan Hatay’a Yolculuk: Felaketin Çırılçıplak Görünüşü
Adana’ya iniş yaptıktan sonra hemen Hatay’a doğru yola çıktık. Şehre yaklaştıkça çökmüş binalar, moloz yığınları ve ateş başında bekleyen aileler görülüyordu. Bu manzara bize yıkımın boyutunu açıkça gösteriyordu.
4. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Aciline İlk Giriş: Ölülerin Arasından Geçmek
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi aciline ilk girdiğim an, hayatım boyunca unutamayacağım bir sahnedir. Koridorlar ve girişler, battaniyelere sarılmış cansız bedenlerle doluydu. Yakınları başlarında bekliyor, kimisi dua ediyor, kimisi ise kendi yakını olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.
Bu bedenlerin arasından geçip acil servise doğru ilerlerken hekimliğin ağırlığını en derin şekilde hissettim. O gün şunu düşündüm:
“Biz bugün burada yalnızca hastaları değil, bir toplumun acısını da taşıyacağız.”
5. Ameliyathane Hasarlıydı: Önceki Ekibin Hazırladığı Endoskopi Ameliyathanesi
Acil serviste bizi karşılayan önceki ekip, ameliyathaneleri çoktan incelemiş ve ağır hasarlı olduklarını tespit etmişti. Çatlak duvarlar, tavan dökülmeleri ve kırılmış cihazlar vardı. Ameliyathane kullanılamaz durumdaydı.
Bu nedenle biz gelmeden kısa süre önce endoskopi ünitesini ameliyathaneye dönüştürmüşlerdi. Bu hazırlık, afet tıbbının en temel ilkesi olan “elindeki kaynaklarla en iyi uygulanabilir çözümü üretme” prensibinin mükemmel bir örneğiydi. Odalar yeniden sterilize edilmiş, ışıklar ayarlanmış, cerrahi setler toplanmış ve anestezi düzeni kurulmuştu.
Biz geldiğimizde bu geçici ameliyathane çalışmaya hazır hâle getirilmişti. Ve o odada günlerce hayat kurtaran ameliyatlar yapıldı.
6. Beyin Cerrahları Arasında Bilimsel Temelli Görev Dağılımı
Sahanın yoğunluğu arttıkça, beyin cerrahisi ekibi olarak kendi içimizde bilimsel bir organizasyon oluşturduk.
Acil serviste nörolojik triyaj yapılıyor; sürekli nörolojik muayeneler, GKS değerlendirmesi, pupilla kontrolü, hemiparezi ve spinal yaralanma bulguları değerlendiriliyordu. Radyoloji biriminde BT görüntüleri çekilir çekilmez analiz ediliyor, özellikle akut epidural ve subdural hematomlarda hızlı karar vermek hayat kurtarıcı oluyordu. Tedavi ve cerrahi planlama birimi ise operasyon önceliklendirmesini, medikal stabilizasyonu ve ameliyat endikasyonlarını yönetiyordu.
Bu yapı sayesinde zaman kaybı en aza indi ve birçok hasta hızla tedavi edildi.
7. Sürekli Artçı Depremler Altında Çalışmak
Çalışmalarımız sürerken depremler bitmemişti. Artçı sarsıntılar sürekli devam ediyordu. Muayene yaparken, BT beklerken, sedyeyi iterken ya da ameliyat ortasında her artçıda zemin sallanıyor, lambalar titriyor ve hepimiz içimizden bir anlığına “Ya bu bina da çökerse?” diye düşünüyorduk.
Ama hiç kimse görevini bırakmadı. Çünkü afet tıbbının psikolojik boyutu şudur:
“Hekim kendi korkusunu yöneterek başkasının yaşamını kurtarmaya devam eder.
8. Yemek ve Dinlenme: Dışarıda Yemek, AFAD Çadırlarında Uyku
Gün içinde yemek yemeye zaman bulduğumuzda hastane dışındaki mobil yemek alanlarına gidiyorduk. Bir tabak çorba, bir ekmek, bir pilav… O şartlarda her biri bir moral kaynağıydı.
Uyku ise AFAD çadırlarında, bazen yalnızca iki-üç saatlik kısa bir dinlenme şeklindeydi. Çadırın soğuğu, zeminin sertliği ve artçıların sürekli titreşimi hep bizimleydi.
9. Odanın Duvarındaki Fotoğraf: Yarım Kalan Hayatlar
Çalıştığımız odalardan birinin duvarında depremden birkaç ay önce çekilmiş bir fotoğraf vardı. Yan yana, gülümseyen sağlık çalışanları…
Ancak o fotoğraftaki insanların yarısı artık hayatta değildi. Hayatta kalan birkaç kişi fotoğrafa bakıyor, sessizce ağlıyor ve sonra görevlerine devam ediyordu. Bu sahne bana şunu öğretti:
“Hekimlik, bazen kendi yasını bile erteleyip başkasının yaşamı için ayakta kalma mesleğidir.”
10. Başhekimin Sessiz Misafirliği
astanenin başhekimi geldiğinde kimse onu tanımıyordu, çünkü hastanede artık çok farklı sağlık ekipleri çalışıyordu. Başhekimin aile fertlerinden bazıları da enkaz altındaydı. Dün hastanenin en yetkili kişisi olan başhekim, o gün hastanenin içinde adeta bir misafir gibiydi.
Deprem bana çok önemli bir gerçeği bir kez daha gösterdi:
“Makam geçmez, unvan geçmez, güç geçmez… İnsan acısı her şeyi eşitler.”
11. Üçüncü Gün: Tıkanma ve Helikopterlerin Gelişi
Üçüncü gün hastane koridorları tamamen dolmuştu. Yerler, battaniyeler, sedyeler… nefes alacak yer yoktu. Artık “tıkandık” dediğimiz anda gökyüzünde helikopter sesi duyuldu. Ağır hastalar başka illere taşınmaya başlandı. Her helikopter kalkışı hepimiz için küçük bir umut ışığıydı:
“Bir kişi daha yaşadı.”
12. Beşinci Gün: Şehrin İçine Gözlem Turu
Beşinci gün iş yükümüz azaldığında şehrin içine doğru kısa bir tur yapabildik. Ancak gördüklerimiz hastanedekilerden bile ağırdı. Tamamen çökmüş apartmanlar, içine hiç girilememiş sokaklar, yarım kalmış hayatlar ve molozların arasında eşya arayan insanlar vardı. Şehrin hafızasının yok oluşuna tanık olduk.
13. Depremin Bana Öğrettiği En Büyük Gerçek
Bu felaket bana şunu öğretti: Deprem, insanları gerçek anlamda eşitleyen bir sınavdır.
Bu ortamda para geçmez, torpil geçmez, makam geçmez, unvan geçmez. Herkes aynı enkazın altında, aynı acıyla yüz yüzedir. Hekimlik ise o anda, bütün bu acının ortasında insan kalabilme mücadelesidir.
14. Sonuç: Unutmak Değil, Öğrenmek ve Yeniden İnşa Etmek
Hatay’da yaşadıklarımız yalnızca bir afet tanıklığı değildir; aynı zamanda geleceğe yön veren bir sorumluluktur. Bu felaket bize daha dayanıklı sağlık yapılarının gerekliliğini, afet hazırlığının bilimsel temelde yapılması gerektiğini, lojistik kapasitenin güçlendirilmesinin önemini, multidisipliner saha ekiplerinin kritik değerini ve insan dayanışmasının iyileştirici gücünü çok acı ama çok net bir şekilde göstermiştir.
Bugün burada bu konuşmayı yapmamın amacı, hem kaybettiklerimizi anmak hem de gelecekte aynı hataları yaşamamak için bilimsel ve insani bir farkındalık oluşturmaktır. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözün bittiği yer!….
Umudumuz sizsiniz gençler!!….