Çantamda  taşıdığım kitabı ayakta okumam mümkün görünmüyordu. “En iyisi “dedim yol kenarına sıra sıra dikilmiş olan şu çam ağaçlarını seyredeyim. Yeşil renkli, iğne yapraklı ağaçları ilk defa görüyormuşum gibi bakmaya başladım. Kaldırımları süsleyen o güzele, hastasına teşhis koymaya çalışan uzman bir doktor hassasiyetiyle göz gezdiriyordum, her gördüğüm çam ağacına. Hele kırmızı ışıkta, ellerimi camdan çıkarıp dokunabilirdim onun tel tel açan narin yapılı yeşil yapraklarına...

İlk hasbihali o başlatmıştı sanki. “Bak bana, gözünü  çevir  tekrar tekrar bak. Oku bendeki güzellikleri; anlamaya çalış. Niçin yaz kış demeden dört mevsim hep canlı kaldığımı. Nice ağaçlar vardır ki ümitsiz, sabırsız ve alıngandırlar. Ağustos'un  sıcağına kızar, Eylülün, Ekimin sabah ayazına küserler. Hele bir de Aralıkta beyaz kelebekler gibi kar yağmaya başladı mı sorma hallerini. Sinir, gam, keder… Çoktan yemiş bitirmiştir onları...

Ya ben, küsme darılma bilmem. Kin gütmeyi, hasetliği rüyada olsa bile sevmem. Bir tebessümdür etrafa aşkla yaydığım oksijen. İnsanoğlu bu, teknolojinin en korkunç silahlarıyla üstüme gelir, ortalığı kara dumanlarla kirletir. Olsun, ben yine de öfkemi, kinimi yutar “Hasbiyellah, Allah bana yeter” der işime devam ederim. Karbondioksitmiş, karbonmoksitmiş yok şu, yok bu. Bütün zehirli gazlar vız gelir bana. Ben vazifemi, niçin yaratıldığımı bilir, sıkıştıkça, darda kaldıkça “Le havle” çeker “Allah’ım güç, kuvvet senden” diyerek kirli gazları, çirkin sözleri, nice sevimsizlikleri bir değirmen taşı gibi yüreğimde öğütür, gönderirim dosta düşmana. Ben diyeyim bu yaptıklarım zikir, tesbihat, siz deyin oksijen.

Yarenlikte söz sırsı bana gelmişti. “Haklısın, doğru söylüyorsun” dedim. Sözlerin tam da bizim derviş Yunus’un dediklerine benziyor. “Dövene elsiz gerek…” Yoksa o da mı senden öğrendi hep canlı kalmanın sırlarını? Toprak onu bağrına basalı asırlar olmuşken hâlâ içimizde taptaze yemyeşil. Anladım anladım!  şimdi anladım. Yunusları ölümsüz kılan da çam ağaçlarını dört mevsim yemyeşil ayakta tutan da aynı erdemlermiş.

Belediye otobüsünde  ayakta sürdürdüğüm yarım saatlik yolculuk  çam ağacını/ağaçlarını okumam  sayesinde bir anda ızdıraptan mutluluğa dönüşmüştü. Bu yolculukta ayakta kaldığım için çantamdaki kitabımdan okuyamamıştım ama insanın niyeti okumak olunca ayakta da okunabiliyormuş.  Bir daha tecrübe ettim ki okumak isteyene zaman da çok kitap da... Her şeyin sahibi Yüce Mevla etrafımızda okunacak, tefekkür edilicek o kadar kitap yaratmış ki  çam ağaçları, arılar, kelebekler, yeryüzü, gökyüzü… say sayabildiğin kadar.

Küçükler okula başladı, ya biz büyükler hâlâ o zamanı ve mekan mı arıyoruz?

Ey insan! Zaman ve mekan mazeretine değil Euzü besmele çekerek “OKU” ve Rabbine sığın.