Kentli olmayı hep böyle havalarda sevdim…

Hep böyle havalarda, içim kıpır kıpırdı,,, kabıma sığmayan deli aklım hep böyle havalarda iyiden iyiye beni terk eyledi…Gitti gelmedi.

Hani yaşım da dışarıdan görünüyor olmasa ,,, ah o göz kenarları kaz ayaklarım, cilt kırışıklarım, gerdan sarkmam  felan olmasa, dünkü sarışın çocuklar  gibi koşup oynayasım, çimlerde yuvarlanasım, top gelse  ayağıma,  şöyle ağız tatı ileröveşata çakasım var…

Bi de tiyatrolar var, benim gibilere iyi gelen, enjektörün acıtmayan  tarafında bir dirhem şifa, arızalı ruhlara deva, bugünde ve yarında bile olsa kendi düşlerinin peşinde sürüklenmeyi seven, görsel sanatın  engin derinliklerinde hayatın küçük anlarını kovalamaktan haz alan, kentli uygar kimliklere  iyi gelen türden şeyler…

Ve Pamukkale Üniversitenin göz bebeği hekim adaylarının tiyatro sevdası var….

Hem hekim, hem  tiyatrocu, hem öğrenci, hem  kurgu üstadı, hem  toy, hem olgun repliklerin ustası, hem  cebi delik, hem  büyük hazinelerin  kralıydı onlar,,

Bir tiyatro izledim, yemin ediyorum ellerim alkıştan şişti, patladı…

Yer: Hasan Kasapoğlu Kültür Merkezi

Saat:20.00

Kim?: Tabiki “Tabib-ül Curcuna”

Oyunun Adı?: Bölge Hastanesi …(bu adı unutma bebeğim dedim)

Koltuk: D-31…(hımmm tek sıradayım)

Uyarı notu: Oyunumuzdan 15 dakika önce yerleriniz alınız..(başımla beraber)

Dedikleri gibi oyundan önce ordaydım, kapıları zorlamadan münakaşasız  turnikeleri geçtim, genç arkadaşlar kapıları açar açmaz tekli sıra üstündeki bana ayrılmış koltuğumu buldum, ateş sarısı sahne ışıklarının sönmesinin ardından, nefesimi tutup perdenin açılmasını ve oyunun bir an önce başlamasını bekledim. Oyunda hiç yabancısı olmadığım tıbbi replikler, pek kanıksadığımı hasta servis odası kasvetli dekoru  ve bu cansız mekana ruh verecek  çoğu tandık göğsümü bir kez, iki kez,  üç kez kabartan tıbbiyelere terk edilmeden önce öğrencilik yıllarım aklımdan geçti. Lisede öğretmenime yazdığım şu küçük not; ben, tiyatrocu olmak istiyorum, fekat bizimkilere nasıl derim bunu bilmiyorum? ..Hay allah, nerden geldi şimdi aklıma bu anı…

Oyun üç kere çalan gonka rağmen, kalabalık seyirci trafiğine dur demenin mümkün olmadığı o karmaşaya aldırmayan “bizim çocuklar”   sayesinde tam zamanında başladı. Hem de ne başlama!…Sahneye  herkesin malumu yeşil  ameliyat giysileri içinde bir cerrah, onu asiste edecek olan iki hemşire ve ameliyat masası üstünde unutulduğu anlaşılan, kaderine razı biçare hasta rolünde dört hekim öğrenci çıktı. Replikler sular seller gibi maşallah……Cerrah rolüne hayat veren öğrenciye mi yetişeyim, yoksa ameliyat  anını flört yapmak gibi dünyevi hazınlarına  ayıran asistan kıza mı , yoksa  derdini anlatmadan ölüp gidecek olan, apandisitin solda değil sağda olduğunu bi türlü söylemeyen,  neşterin ve  ne yazık ki hayatı boyunca talihin hep  kör ucunda kalan gariban hasta rolüne mi vallahi bilemedim… 

Sonra sahneler  değişti birden, ortam mavileşti….Bir de baktık ki, akıl hastanesinin hayli eğlenceli koğuşundayız… Faklı galaksilerden ışınlanmış öte dünyalılar olduğunu sanan kafası gidik arızalı hasta kimliğini gene beş  muhteşem tıp öğrencisi canlandırdı. Günlük hayatta, değil konuşulması bilinmesi bile istenmeyen ruh hastalarını bu kesime ustaca rollemeyi nasıl becerdiniz be gençler? Tex- booklara koy koy sığmaz  bi dolu psikolojik tanıyı, ustaca betimlemeyi,  en matrak tarafından resmetmeyi nerde kaptınız siz? Bu sahneler de mİ?

Sahne tozu herhalde bu olsa gerek…

Ya o masal diyarlarının dilini yutmuş prensesine ne demeli? Ne yazık aşkına karşılık bulaydı iyi idi.

Peki ya James Bond’un güzelleri kılığında kara gözlüklü, blue-jeanlı  altın kızlar nasıldı ama? 

Kızlar güzel, erkekler çillop gibi, izleyiciye capcanlı göndermeler yapılırken, oyunda sahneler birer ikişer tükenir,  replikler rolleri, sahneler dekorları izlerken, zaman mekan kavramını yitiren bizleri bir sürpriz bekliyordu. O da ne? Tüm karakterler;  delisi, arsızı, uğursuzu,  hırsızı, zavallısı, kurnazı, dilsizi, dipsizi, ipsizi son karede buluştular, ne yaşanmışsa o ana kadar, ne yapmaları istenmiş ve ne söylemeleri gerekti ise hep bir ağızdan tek vücut olup dinlendirdiler;  veeeee yüzyılın  en akıllı cümlesini sarfettiler;  Biz Bu Dünyayı Anlayamadık Gitti!

Al bende de o kadar diye bağırmaktan zor tuttum kendimi, 

Ama alkışımı bol tarafından verdim ,,,, Ellerim kızarana, patlayıncaya kadar da tempomu düşürmedim… 

Benden söylemesi, bu oyun izlenir, bu tıbbiyeliler çılgınlar gibi alkışlanır…

Yüce atamın gençleri, ….

İsterse neler neler başarır….

Seviyorum sizleri…..