Çok zengin ve itibarlı bir ailenin çocuğu olan Bişr-i Hafi evinde arkadaşlarıyla birlikte eğlence müzik içkiyle kendini tüketmiş bir haldedir. Oradan geçerken sesleri işiten bir Dervişin bu acı durum dikkatini çeker.

Derviş evin kapısını çalar çıkan hizmetçiye sorar. Bu evin sahibi kul mudur? hür müdür? Hizmetçi tabi ki hürdür diye cevap verir. Derviş  bir ders olarak şöyle der, ”Evet hür olduğu kul olmadığı halinden belli, eğer kul olsaydı kulluğun adabına dikkat edecek kendini böyle salmayacaktı”. Hizmetçiden bu olayı işiten Bişr-i Hafi’nin yüreğine bir pişmanlık ateşi düşer. Fakat zayıftır yine meyhanelerin yoluna düşer.

Bir gece sarhoş sabahlamıştır. Eve dönerken bir çamurun içine düşer. Ümitsizce kendi günahlarının farkında olarak, tam layık olduğum yere düştüm der. Çamurun içinde eline bir kağıt parçası geçer. Bakar ki üstünde Besmele var. Esirgeyen bağışlayan Allah’ın adıyla yazıyor. Kağıt parçasını çamurun içinden alır evine götürür temizler. Gül kokusuyla evin en güzel köşesine asar.

Bu olay üzerine bir gece Allah dostu bir zata rüyada seslenilir ”Git Bişr-i Hafiye haber ver ki kim benim ismimi temizlerse ben de onun ismini temizlerim. Kim benim ismimi yüceltirse ben de onun ismini yüceltirim “. Bu Zat Bişr-i Hafi’nin hangi meyhanede olduğunu öğrenir hemen gider kapıdan seslenir “Ey Bişr-i Hafi Rabbinden sana haber var.” Bişr-i Hafi sorar “Bana kızıyor değil mi? Benden razı değil biliyorum bunu mu haber vereceksin” der. ”Hayır sen dün gece Allah’ın ismini temizlemişsin hürmet göstermişsin. Sen Allah’ın ismini temizlediğin gibi Allah da seni günahlarından temizledi. Sen Allah’ın ismini yücelttiğini gibi Allah da senin ismini yüceltti.” Bişr-i Hafi bunu duyunca sevinç gözyaşlarıyla günahlarından tövbe eder. Meyhanedeki arkadaşlarıyla vedalaşır. Yeni bir hayata başlar. Bir zamanların sarhoşu ayyaşı olan Bişr-i Hafi büyük bir veli büyük bir alim olur. ”Evet bu kıssalardan ders almalıyız. Bu olay nerede ne zaman olmuş? Acaba gerçekten yaşanmış mı? demeden önce bu kıssada bize bakan bir mesaj var mı bunu düşünmeliyiz. 

Hikayede en çok dikkatimizi çekmesi gereken yer kul olmakla hür olmak arasındaki farktır.

Kul olmak bir bakıma sorumlu olmak demektir. Sorumlu olmak büyük bir yüktür. Mesela bir holdingde genel müdürseniz bir bakıma hür değilsinizdir. Mesai saatleriniz, yaşam şekliniz çalıştığınız şirkete uygun olmak zorundadır. Bütün hayatınızı konumunuza göre şekillendirirsiniz. Eğer hür olmak istiyorum derseniz holdingin bütün avantajlarını kariyer, makam, statü, maaş hepsini kaybedersiniz. Aynen bunun gibi bizler de hür olmayı değil de Allah’a kul olmayı tercih edelim. Onun razı olacağı şekilde hayatımızı düzenleyelim. Hür ve özgür olacağım derken nefsimizin ve şeytanımızın esiri olmayalım. Asıl özgürlüğün sonsuz merhamet ve adalet sahibi olan Allah’a kul olmakla kazanılacağını bilelim. Onu kaybetmenin ne demek olduğunu iyi düşünelim. Her şeyin sahibini kaybetmenin her şeyi kaybetmek olduğunu idrak edelim. Hem dünyada hem ahirette kazanalım.

Bediuzzaman’ın dediği gibi ”Allah’a kul ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki tarif edilmez. Vazife ise yalnız bir asker gibi Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabına vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükunet huzur bulmalı.” Vesselam