Denizli'nin Acıpayam ilçesine bağlı Yeşilyuva beldesinde hemen herkes, geçimini ayakkabıcılıktan sağlıyor. 5 bin nüfuslu beldede yaşayanlar, evlerin alt katlarında kurulan imalathanelerde ve dükkânlarda ayakkabı üretiyor. Dededen toruna yaklaşık 300 yıldır bu işle uğraşılan beldede, ayakkabıdan anlamayan kimse neredeyse yok. Kadınlar, örgü örme yerine ayakkabı dikerek aile bütçesine katkı sağlıyor. Piyasada çok pahalıya satılan ayakkabılar, beldede el yapımı olmasına rağmen yarı fiyatına alınabiliyor.

Belediye Başkanı Ahmet Bakırtaş, Yeşilyuva denince akla önce ayakkabıcılığın geldiğini söyledi. Beldenin geçim kaynağının ayakkabıcılık olduğunu belirten Bakırtaş, “Daha önceki senelerde yüzde 90-95 ayakkabıcılıkla uğraşılırdı ama son zamanlarda bir hayli düştü. Eskiden büyük fabrikalar yoktu. Bir fabrika, günde 2 bin 500–3 bin ayakkabı üretiyor. Burada ise bir usta günde en fazla iki takım yapar, iki takım da 16 ayakkabı olur. Böyle rekabet etmek zorlaşıyor.” dedi.
Deri ayakkabıyı bilen kişilerin Yeşilyuva ayakkabısını aradığını ifade eden Başkan Bakırtaş, beldede günde 2 bin çift ayakkabı üretildiğini, talep olması halinde 10 bine kadar çıkabileceğini söyledi. Başkan, “Ustalar hazır, her şey hazır, yeter ki talep gelsin. Talep geldiği müddetçe ayakkabı üretmekte bir zorluk yok. Esnaf sayısı 500 civarında, bu da yanında ikişer kişi çalışsa bin kişi ayakkabı imalatıyla uğraşıyor demektir. Şu anda kaliteyi yakaladık. Kaliteli ayakkabı yapan her arkadaşın işi çok çok iyi. Zaten kalitesiz ayakkabı yapan kalmadı.” diye konuştu.

Beldede kadınların ayakkabıların kenar uçlarını diktiğini anlatan Bakırtaş, şöyle devam etti: “Bunun halen Türkiye’de makinesi yok, dünyada da yok. Buna mutlaka kadın eli değecek. Burada ayakkabıcılık 7–8 yaşında başlıyor. Babasının, dayısının, amcasının yanında ayakkabıcılığa başlıyor. Ayakkabıcılık, ağza çivi almakla başlar. Ağza çivi almazsan, seri üretim yapamazsın."
Ayakkabıcılıkla uğraşan esnafların en büyük sıkıntısı; birleşip şirket kurarak markalaşamamak. Yeşilyuva, ayakkabı üretimiyle marka olsa da daha önce bir iki kez kurulup işletilemeyen şirketlerden dolayı kimse bu işe yaklaşmak istemiyor. Başkan Bakırtaş, bunun sebebini eski şirketlerin işletilememesine bağlıyor: “Aslında şirketleşmeye gitmenin, markalaşmanın çok önemi var. Biz de bunu söylüyoruz ama bir türlü neticeye gidemedik. 'Küçük olsun, benim olsun. Hesabını kitabını ben bileyim' diye düşünüyorlar.”
Bir zamanlar Çin’de üretilen ayakkabılar sebebiyle zor bir dönem geçiren esnaf, kalitesiz ayakkabıların sağlıksız olmasından dolayı artık rahatlamış durumda. Onlara göre Çin ayakkabısı alan kişinin ayaklarında mantar gibi hastalıklar çıkmaya başladığı için bu tehlike kendiliğinden sona ermiş.

Tarkan Ayakkabı'nın ortağı Ramazan Özkan, “Kendimi bildim bileli ayakkabı yapıyorum. Bu mesleği babam da yapıyordu, dedem de yapıyordu. Biz adeta ayakkabı dükkânında doğmuşuz.” diyerek söze başladı. Özkan şöyle devam etti: “Yaptığımız işin tamamı el işidir. Fazla bir makineyle işimiz yok. El yapımı daha sağlıklı ve otantik oluyor. Müşteriye daha iyi hitap eder. Başka bildiğimiz bir iş yok, ya okuyoruz ya ayakkabıcı oluyoruz. Ayakkabı, 15-20 kişinin elinden geçer.” Ayakkabı alırken insanların önce gösterişine baktığına dikkat çeken Özkan, “Ama önce ayak sağlığına bakacak. Ayağına tam oturuyor mu, sağa sola dokunuyor mu, içi yumuşak mı ona bakmak lazım.” dedi. Özkan’ın verdiği bilgiye göre bir ayakkabının deri olup olmadığını anlamak için çakmak denemesinden geçmesi gerekiyor: “Bir ayakkabının deri olup olmadığını anlamak için çakmağı yakıp ayakkabıya tutun, yanmıyorsa deridir.”

Diğer ortak Ömer Özkan ise her ayakkabıcının ayrı bir müşteri kapasitesi olduğu için kendi yolunu tuttuğunu, şirketleşememenin sermaye azlığından kaynaklandığını öne sürdü.

Ayakkabı dikim işçisi Burhan Duraman da işçilerin parça başı dükkânlarda çalıştığını belirterek, “Bereket versin karnımız doyuyor. Yoksa neden çalışalım?” şeklinde konuştu.