Nihat Zeybekçi Kongre ve Kültür Merkezinde düzenlenen toplantıya; Denizli Valisi Ali Fuat Atik, 11. Komando Tugay ve Garnizon Komutan Vekili Piyade Albay Ergüvenç Süleyman Erdemir, Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan, Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Rektör Vekili Prof. Dr. İbrahim Kısaç, Vali Yardımcısı Mehmet Okur, İlçe Kaymakamları, İl Jandarma Komutanı Veysel Yanık, İl Emniyet Müdürü Kenan Yıldız, İlçe Belediye Başkanları, kamu kurum müdürleri, STK temsilcileri ve İRAP’ın hazırlanması ve uygulanması sürecinde yer alan paydaşlardan yetkililer katıldı. 
Toplantıda konuşma yapan Vali Ali Fuat Atik Denizli İRAP’ın amacının afetlere karşı dayanıklı bir toplum ve yerleşim yerleri oluşturmak olduğunun altını çizerken, doğa ve insan kaynaklı tehlikelerin toplumdaki yapılı çevre üzerinde doğurabileceği etkilerin tahmin edilmesini ve bu etkileri azaltma amacının da bu plan çerçevesinde hedeflendiğini belirtti. İRAP Denizli hazırlık çalışmalarının başlangıcında, Denizli’de yaşanmış afetler göz önünde bulundurularak öncelikli konuların ele alındığını ifade eden Vali Atik, “Deprem, Kütle Hareketleri (Heyelan ve kaya düşmesi), Meteorolojik ve İklim Değişikliği Kaynaklı Afetler (Taşkın, Sel, Kuraklık) ve Yangın (Kentsel ve Orman Yangınları) İRAP’ta ilimizin öncelikli tehlikeleri olarak belirlenmiştir. Belirlenen sorunların 6 ayda bir izlenmesi, değerlendirilmesi ve giderilmesi büyük önem arz etmektedir. Bugün gerçekleştirilen İRAP Denizli tanıtım ve uygulama toplantısı konusu itibariyle planın en önemli ayağını oluşturan, amaç ve hedefler dikkate alınarak oluşturulan eylemlerin sorumlu ve destek kurum, kuruluşlar ile bir araya gelerek tamamlanmış, bundan sonraki süreçte eylemlerin sorumlu ve destekleyici kurumlar tarafından zamanında ve titizlikle gerçekleştirmesini beklemekteyiz. Bu vesileyle, kurum ve kuruluşlarımızın iş birliği içinde tamamlanmış Denizli İl Afet Risk Azaltma Planının her aşamasında katkı sağlayan herkese teşekkür ederim.” diye konuştu. 
Toplantı kapsamında PAÜ Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyeleri; Prof. Dr. Halil Kumsar, Prof. Dr. Şevket Murat Şenel ve Prof. Dr. Halil Karahan kendi alanlarında yaptıkları bilimsel çalışmalar çerçevesinde risk haritaları ile mevcut risklerin hayata geçmeden bertaraf edilebilmesi konusunda yapılması gerekenleri anlattılar.

Prof. Dr. Şenel: “Son 120 yılda; deprem kaynaklı can kaybı sayısı 95 bin, depremden etkilenen vatandaş sayısı ise 16 milyon”

Sunumunda, Türkiye’nin deprem, sel, heyelan, çığ gibi doğal afetlerde yaşadığı can ve mal kayıpları ile en fazla can kaybına neden olan doğal afet olan deprem konusunda olası kayıpları azaltmak için neler yapılmalı konularını ele alan PAÜ mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şevket Murat Şenel, her on yılda, doğal afetler sebebiyle 7 ila 8 bin arasında kişinin hayatını kaybettiğine dikkat çekti. Bu can kayıplarının büyük bir kısmının deprem nedeniyle meydana geldiğinin altını çizen Prof. Dr. Şenel, Türkiye’de son 120 yılda, deprem kaynaklı 95 bin can kaybı yaşandığına dikkat çekti. Maddi kayıplar da göz önüne alındığında depremden etkilenenlerinin sayısının 16 milyona ulaştığını vurguladı. Prof. Dr. Şevket Murat Şenel tüm nüfusa oranda, 25 yıl önce kentte yaşayanların sayısının köyde yaşayanların dörtte biri iken şu an bu sayının dörtte üçe yükseldiğini, köyden kente göç ile birlikte kentlerdeki bina ihtiyacında önemli bir artış yaşadığını dile getirdi. 

Prof. Dr. Şenel: “2000 öncesi inşa edilen binalar bizim yumuşak karnımız”

Sunumunun devamında deprem yönetmeliğinde yapılan değişiklikler, hazır beton kullanılması ve 17 Ağustos 1999 depremi gibi önemli olay ve iyileştirmeler ile 2000 yılının yapılaşma alanında önemli bir milat olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Şevket Murat Şenel şunları söyledi. “1960-1970’li yıllarda köyden kente hızlı göç dalgası sebebiyle kentlerdeki barınma ihtiyacını karşılamak için yapılan binalar, depreme dayanıklılık konusu göz önüne alınmadan inşa edildi. Özellikle 2000 yılından önce inşa edilen binalar depreme karşı bizim yumuşak karnımız. 1998 yılında deprem yönetmeliğinde değişikliğe gidildi. Ayrıca 17 Ağustos Depremi’nden devlet önemli dersler de çıkardı. Bu yıllardan sonra artık hazır betonun da kullanılmaya başlandı. Mevcut binalardan aldığımız karot numuneleri eski binalarda beton basınç dayanımının 10 MPa civarında olduğunu bize gösteriyor. Bugün hazır beton kullandığımız binalarda 30 MPa civarında dayanıma sahip beton kullanarak binalarımızı inşa ediyoruz Yine teknolojinin gelişmesi ile bilgisayar programları kullanılmaya başlandı ve bu programlar inşaat mühendislerinin işini çok daha kolaylaştırdı ve bu programları kullanarak daha doğru ve güvenilir mühendislik hesapları yapabiliyoruz. Bir bina yapılırken zemin etüdü zorunluluğu yine bu yıllarda getirildi. Eskiden işçi kahvelerinden toplanan kişiler inşaatlarda çalışırken, bugün şantiyelerde çalışan kişilerden mesleki yeterlilik sertifikaları isteniyor. 2012 yılından sonra kentsel dönüşüm başladı ve zorunlu deprem sigortaları hayatımıza girdi. Aynı zamanda 2000 öncesi yapılan okul, hastane ve diğer kamu kurumlarının binalarında güçlendirme çalışmaları yapıldı.”

Prof. Dr. Şenel: “Türkiye’deki 22 milyon binanın 16 milyonu hala eski bina ve risk hala çok yüksek”

Yapılan çalışmalara rağmen riskin hala çok yüksek olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Şevket Murat Şenel, riskli binaların harita üzerinde işaretlenmesi gerektiğini ve tüm kamu kurum ve kuruluşlarının, belediyelerin işbirliği içinde ortaklaşa çalışarak riskli binaların tespiti için adım atması gerektiğini belirtti. Prof. Dr. Şenel şunları kaydetti. “Binalar, risk durumlarına göre işaretlenmeli. Binalara ait taşıyıcı sistem, zemin bilgileri, kaç yılında yapıldığı kaç katlı olduğuna dair bilgiler, coğrafi bilgi sistemi tabanlı altyapılar üzerinde belirtilmeli. Bu işe başlamak çok önemliydi ve bir yıllık çalışmamız nereden başlamamız gerektiğini bize göstermiş oldu. Etkin bir İRAP için, ilçe belediyeler, büyükşehir belediyesi ve AFAD arasında verimli bir bilgi akışı olmalıdır. İlçe belediyeleri, riskli binaların tespiti için yapı sağlığı izleme birimleri kurarak diğer paydaşlarla etkili bilgi akışında bulunabilirse, riski en aza indirme konusunda gerçekçi veriler elde edebiliriz.”

Prof. Dr. Şenel: “Kentsel dönüşüm için yeni çözüm önerileri gerekli”

Sunumunun sonunda, Türkiye’de 2012 yılından bugüne, mevcut kentsel dönüşüm uygulamaları ile 1 milyon binanın yenilendiğini ve hala daha 15 milyon civarında eski bina bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Şenel, mevcut kentsel dönüşüm yasası ile yenilemelerin artık doyuma ulaştığını, bu konuda yeni çözüm önerilerinin getirilmesi gerektiğini belirtti.  
Toplantıda sunum yapan bir diğer isim PAÜ Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halil Kumsar, heyelan, taş, kaya düşmesi gibi meydana gelen “Kütle Hareketleri” kaynaklı afetlerin toplumsal yaşama etkileri konusunda bir sunum gerçekleştirdi. Türkiye ve Dünya’dan kütle hareketleri ile oluşan afetler ve yarattığı etkileri fotoğraflarla gösterdi.

Prof. Dr. Kumsar: “Olası risklerin önceden belirlenerek doğurabileceği olumsuz sonuçları en aza indirmek bilim ile mümkün”

Sunumunda ilk olarak kütle hareketlerinin nedenlerini sıralayan Prof. Dr. Halil Kumsar deprem, volkanik patlamalar gibi jeolojik özellikler; titreşim; yağışlar gibi iklim koşulları; bitki örtüsü; ayrışma gibi nedenleri doğal nedenler olarak belirtti. Kazılar, aşırı yükleme ve patlama kaynaklı titreşimleri ise yapay nedenler olarak sıraladı. Doğal ya da yapay sebeplerle meydana gelen kaya düşmesi, heyelan, kaya devrilmesi gibi afetler ve etkilerini Türkiye ve Dünya’dan örnekler ile fotoğraflar üzerinden anlatan Prof. Dr. Halil Kumsar, bir heyelan meydana geldiğinde acil yardım ekiplerine ulaşım konusunda yol açabilmenin heyelanın etkisini en aza indireceğini hatırlattı. Olası riskleri önceden belirleyip, doğal afet meydana gelmeden bu riskleri ortadan kaldırmanın yapılacak bilimsel çalışma ve uygulamalarla mümkün olduğuna değinen Prof. Dr. Kumsar, Denizli Babadağ’daki Gündoğdu mahallesinde, heyelan meydana gelmeden önce yerleşim yerinin taşınması konusunda şunları söyledi. “Pamukkale Üniversitemizin önderliğinde Japonya’dan Nihon ve Tokai Üniversiteleri ve Hacettepe üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen Uluslararası araştırma projesi kapsamında üzerinde 2000 kişinin yaşadığı hasarlı konutların yeraldığı Babadağ Gündoğdu Mahallesinde hareket hızı yıllık 7 ile 14 cm aralığında olan, uzun süreli bir heyelanın 10 yıl süreyle çok parametreli ölçüm ve izleme yöntemleri ile detaylı olarak incelendiğini belirtti. Aletsel büyüklüğü 6 ve üzerindeki olası bir depremde bu hareket hızı daha da artacaktı. Biz yaptığımız çalışmalar sonucunda bu riski görerek, mahallenin jeolojik ve zemin yapısı açısından taşınmasını sağladık. Böylelikle, olası bir depremde meydana gelebilecek mal ve can kayıpları afet olamadan önlenmiş oldu.”
Kütle hareketleri ve olası risklerinin, yürütülecek bilimsel çalışmalar ve analizlerle belirlenebileceğini, çıkan sonuçlar çerçevesinde kütle hareketlerine bağlı oluşabilecek mal ve can kayıplarının en aza indirilebileceğini ifade eden Prof. Dr. Halil Kumsar, deprem ve heyelan araştırmalarını, yeni kurulan Şemseddin Terzioğlu Deprem Bilimi ve Mühendisliği Laboratuvarı’nda yürüttüklerini, Japonya’da görev yapan ve PAÜ’nün de fahri profesörü olan Prof. Dr. Ömer Aydan tarafından bağışlanan deprem sarsma masasının da bilimsel çalışmalarda aktif olarak kullanıldığını dile getirdi.

Prof. Dr. Karahan: “Su yönetimi için kurumlar arası koordineli çalışmalar arttırılmalıdır”

İRAP kapsamında sunum yapan bir diğer öğretim üyesi ise “Denizli ve Çevresinin Taşkın ve Kuraklık Riskleri” isimli sunumu ile PAÜ Mühendislik Fakültesi Hidrolik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil Karahan oldu. Türkiye’nin ortalama yağış dağılımı bakımından bir geçiş noktasında bulunduğunu hatırlatan Prof. Dr. Halil Karahan, Rize ve Marmaris’in en fazla yağış alan yerler olduğunu söyledi. Denizli’nin ilçelerinin yağış ortalamalarının belirlenmesi için her ilçenin ayrı ayrı ele alınması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Karahan, tarımsal sulama ve enerji üretimi için kullanılan Adıgüzel Barajı’nın son 30 yıldır doluluk oranının düşük olduğunu, bu barajın tarımsal sulama için en fazla suya ihtiyaç duyulan aylar olan Mart ve Nisan aylarında daha çok sulama amaçlı kullanılması gerektiğine dikkat çekti. Tarımsal sulamalarda kullanılan havzaların yapıldığı tarihten bugüne artan nüfus ile birlikte çiftçinin de daha çok üretim yaptığını, böylece daha çok sulamaya ihtiyaç duyduğunu söyleyen Prof. Dr. Halil Karahan, suyun yönetimi konusunda su ile ilgili olan bakanlıklar, belediyeler ve ilgili kurumların koordineli çalışmasının önemine dikkat çekti. 

Prof. Dr. Karahan: “İklim değişikliğinin asıl etkilerini 2050’den sonra göreceğiz”

Dünya’nın yörüngesindeki eğimin zaman içinde 22,5 ila 24,5 derece arasında değiştiğini ve bu değişimin sonucu olarak iklim değişikliğinin doğal bir süreç olduğunu söyleyen Prof. Dr. Halil Karahan, “İklim değişikliğinin asıl etkileri, 2050 ve sonrasında kendini daha çok hissettirecek. Şu dönemde yaşadığımız kuraklık, meteoroloji istasyonlarından toplandığımız, 1950 ve 2020 yılları arasındaki yağış miktarlarına baktığımızda döngüsel bir kuraklık. 215 istasyondan aldığım verileri kıyasladığımda Denizli olarak bizler geçtiğimiz yıl yaşadığımız kuraklığın çok daha fazlasını 1989 yılında yaşamışız. Yıllık ortalama yağış miktarına baktığımızda bu kuraklık çok şiddetli seviyesinde bir kuraklık olmuş. Bilimsel veriler, 2019 ve 2020’de yaşanılan kuraklığın şiddetli seviyesinde bir kuraklık olduğunu bize göstermektedir. Nüfusumuz giderek arttı. Bu yüzden, kuraklık o yıla göre daha az olsa bile etkisi çok daha fazla oldu. Bu döngü 30 yılda bir kendini tamamlıyor. Asıl iklim değişikliği bugünün değil geleceğin sorunudur.” dedi. 
Prof. Dr. Karahan: “Suyu özenli kullanmalı, kuraklık olan bölgelerde çiftçiyi kuru tarıma teşvik etmeli, bu alanda bilimsel çalışmalar yürütmeli ve tarımdaki sulama yöntemlerinde değişikliğe gitmeliyiz”
Sunumunun devamında son yıllarda kentlerde yaşanan sel ve su taşkınlarına değinen Prof. Dr. Halil Karahan, özellikle 1980lerden sonra kentleşmenin arttığını, betonlaşma ile birlikte yağışlar sonucu akışa geçen su miktarının dört katına çıktığını ifade etti. Bu suların kuşaklama metoduyla şehirlerin dışına uygun su yolları ile taşınması gerektiğini hatırlatan Prof. Dr. Karahan, “Önceki yıllarda akışa geçen su miktarı toplam yağışın yüzde 15 iken şimdilerde bu oran yüzde 80’e ulaştı. Her yüz yılda bir meydana gelen yağışlar gerçekleşirse bu artma yüzünden etkisi çok daha fazla olur. Yerleşim yerlerinde, düşük maliyetli yağmur suyu geciktirme hazneleri yapılmalı ve yağmur suyunun en kısa yoldan bu haznelere ulaşması sağlanmalı. Bu su temiz su olduğu için daha sonra tekrar kullanım için değerlendirebiliriz. Ülkemizde 1960’lı yıllarda kişi başına düşen su miktarı yıllık 4 bin metreküp iken 2030’da bu miktar bin metreküpe kadar düşecek. Bu yüzden suyu özenli kullanmalıyız. Sulama yöntemlerinde de değişikliğe gitmeliyiz. İklim değişikliğine uygun bitki desenlerinin belirlenmesi, kuraklık olan yıllarda, yağışın az olduğu bölgelerde çiftçilerin kuru tarıma teşvik edilmesi ve desteklenmesi konusunda düzenlemeler yapılmalıdır. Bu alanda yürütülen bilimsel çalışmalar son derece önemlidir. Üniversitelerin iş birliği halinde çalışmalarını sürdürmesi, kuraklık ve iklim değişikliği konusunda geleceğimiz adına önemli bir yatırım olacaktır.
” ifadelerini kullandı.