Vergi şampiyonluğunu, her şeyin faturalı olmasına ve vatanseverliğine bağlayan Kızıltaş, üniversite yıllarında veya gençliğinde herkesin genellikle milliyetçi olduğunu, "Sosyal adalet, halkça paylaşma" sloganları atılmasına rağmen, bunun uygulamada görülmediğini söyledi.

Kızıltaş, “Ülkenin en güzel okullarında okuyorlar, en iyi hastanelerde tedavi oluyorlar, lüks arabalara biniyorlar. Ülkenin menfaatlerini paylaşırken önceliği kimseye kaptırmıyorlar ama ülkenin imarında kullanılacak vergiye gelince en arkada duruyorlar. Devletin bu çarkı nasıl dönecek?”

Merinos, Padişah ve Dinarsu duvardan duvara halılarının bölge bayiliğini yapan, Ege Bölgesi'nin en büyük halı ve mobilya teşhir mağazasına sahip Habip Kızıltaş’ın hayat hikâyesi, büyük zorluklarla dolu. Çocukluğunun, Denizli’nin Baklan ilçesinde geçtiğini, babasının kışın dağlara kazdığı kuyulara dolan karları yaz aylarında çıkarıp satarak geçimini sağlamaya çalıştığını anlattı. Kızıltaş, şöyle dedi: “Biz de 6-7 yaşlarında babamıza kar satışında yardım ederdik. Sonra şerbetçiler çoğaldı. Babam, para kazanamayınca kendi tarlamız olmadığı için kimsenin ekmediği, taşlı ve kıraç tarlada çiftçilik yapmaya başladı. Çiftçiliği karasabanla, öküzümüz olmadığı için biri topal iki ineğimizle çift sürerek yapardık. İnek bir gün çift sürerken doğum yaptı, buzağısı ölü doğdu. Buzağı bizim için önemliydi, babamla ağlaşmıştık.”

Geçimlerini sağlayabilmek için annesiyle beraber Irlıganlı beldesine altı yıl pamuk çapasına gittiğini söyleyen Kızıltaş, “Baklan’da ortaokul olmadığı için öğretmenimin ısrarıyla Çal ilçesinde ortaokula gittik. 11 yaşında bir evde kalıyorduk. Yemek yapmasını bilmiyoruz. Patates yumurta kaynatarak, tarhanayı dürüp yiyerek, yarı aç yarı tok okulu bitirdik.” diye konuştu. Denizli Ticaret Lisesi’ne kaydolduğunda, okulda yamalı pantolon giyen tek öğrenci olmasından dolayı çok utandığını belirten Kızıltaş, “Okula öğleden sonra gidiyordum. Bir arkadaşın vasıtasıyla sabahları 10 kuruşa domates kasası çaktım. Sonra biraz öğrenince günde 5 lira kazanmaya başladım. Lokantada bir kuru fasulye ve yarım ekmek yiyebilme lüksünü elde ettim. Akşamları okuldan çıkınca bir kahvehanede çaycılık yaptım. Hafta sonları inşaatlara gitmeye başladım. Babama anama fazla yük olmadan, lise bitesiye kadar böyle okumaya çalıştık.” dedi.

Ayağında lastik çizmeyle inşaatlarda çalışırken, Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’ni kazandığını belirten Kızıltaş, okul yıllarını şöyle anlattı: “O yıl babam ölmüştü. Elimizde avucumuzda ne varsa satmıştık. İnşaatta bir çiviye basmıştım, çivi alttan girip üstten çıkmıştı. Eski bir kilim, bir yastık ve yorganı birbirine bağladım. Sırtımda ceketim bile olmadan ayağımda terlikle İzmir’e gittim. Astsubay bir hemşehrim vardı, onların yanında birkaç ay kaldım. İlk ceketi ve ayakkabıyı o verdi. Tekrar amelilik yapmaya başladım. Kılık kıyafetim iyi değil. Bir ayakkabıcının tamircilik yapıp çıktığı yere yerleşmiştim. Doğru dürüst banyo yapma imkanım bile yoktu. Bu sebeple anfide en arka sıraya otururdum. Elbisem yok, kitabım yok. Arkadaşların kitaplarını alarak okuyordum. O sene lokantada bulaşık yıkadım, çünkü yemek bedavaydı. İlk yıl çok zor geçti.”

Üniversitede ikinci yıldan sonra eğitimiyle bağlantılı olduğu için gündüz çeşitli fabrikaların muhasebe kısımlarında çalışarak akşam okula gittiğini, bu arada para biriktirmeye başladığını ifade eden Kızıltaş, “Böylece hiç sınıfta kalmadan 3,5 yılda tezimi vererek, 15 bin lirayla 1970’te Denizli’ye döndüm. Biriktirdiğim parayla düğünümü yaptık. Orada büyük fabrikaların muhasebesini tuttum. Bir yakınımdan aldığım az bir parayla kendi halı dükkânımı açtım. Piyasada tanınmadığım için mal çok temkinli veriliyordu, bazıları hiç vermiyordu. Bu, yıllarca sürdü. Zamanla itimat edilerek, istediğim kadar mal almaya başlayıp bugünlere gelebildik.” diye konuştu.

‘İŞÇİMLE BERABER YERİM, ONLAR GİBİ GİYİNİRİM’

Denizli-Antalya yolu üzerinde, 17 bin metrekarelik kapalı alana sahip halı mağazasında işine devam eden Habip Kızıltaş, sigortasız tek eleman bile çalıştırmadığını vurguladı: “30 yıllık personelim var. Bizde işe başlayan ve emekli işçilerimiz bulunuyor. İşçiye bakarsan, iş yerini değiştirmez. Bir çalışan iş yerine, arkadaşlarını ve patronunu özleyerek gelecek. Çoluğunun çocuğunun nafakasını çıkarabilecek. ‘Ben öğleyin yemeğe gidiyorum.’ diye iş yerinden ayrılırsan işçi, ‘Kendisi güzel yemekler yiyor, bize bunları yediriyor.’ diye düşünür. Mutfağımda en güzel yemekleri çıkartırım. Kendim bir misafirim olmadığı müddetçe işçilerimle beraber yerim. Pahalı elbiselerle ceketimi kravatımı takıp gezmem, işçilerim gibi giyinirim. Yoksa işçi, seninle konuşmaktan çekinir. Sen onun gibi yaşarsan, işçi işine sahip çıkar.”

Yıllık cirolarının 30 milyon lira civarında, bu yılki hedeflerinin ise 40 milyon lira olduğunu ifade eden Kızıltaş, şunları kaydetti: “Milliyetçilik ve vatanseverlik çalışarak, üreterek olur. Vergi kaçırmamakla olur. Ürettiğimizin yüzde 90’ını halkımıza, işçimize, devletimize harcıyoruz. Devletimiz varsa biz varız. Buraya faturasız bir şey girmez. Bu ülkede herkes vergisini verse, terör de olmasa beş sene içinde Almanya’yı geçeriz. Halkımız çalışkandır, yeter ki önü açılsın. Yıllarca insanımız sloganlarla uyutuldu.”