Denizli Pamukkale Üniversitesi (Paü) Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal, Osmanlı'nın kurucularının basit aşiret reisleri değil, Selçuklu'nun devlet adamları olduğunu söyledi. Son dönemde tarihe artan merak, devletin Osmanlının bakiyesi olan ülkelerde tarihi eserlerine sahip çıkması, dış politikadaki tarihi köklerden kopan yörelerle tekrar irtibat kurulmaya çalışması, tarihi diziler Osmanlı'yı bir kez da gündeme getirdi. Ukrayna bozkırlarından Afrika'nın içlerine, Orta Avrupa'dan Hint Okyanusu'na kadar uzanan geniş bir coğrafya üzerinde yüzlerce yıl siyasi ve askeri güç olarak etkili olan Türklerin en kudretli ve ihtişamlı dönemi Osmanlı'nın kurucularının basit aşiret reisleri değil, Selçuklu'nun devlet adamları olduğu belirtiliyor. Tarihçilere göre, klasik ders kitaplarında Osmanlı'nın kuruluş ve yükselme dönemleri kısa bir şekilde hızla geçilirken duraklama ve gerileme dönemlerinin alabildiğine uzun anlatılmaya çalışılması, kurulan müesseselerin basit, devlet idaresinde hemen her şeyin padişahın iki dudağından çıkacak sözlere bağlı gibi gösterilmesi, Osmanlı'nın anlaşılmasını güçleştiriyor.Yıllarca Osmanlı Devleti üzerinde çalışan yabancı araştırmacıların sayısının yerlilerden fazla olması, yazılan tarihlerin çoğunluğunun da kendisinden en az 20 kat büyüklükteki atalarının tarihini adeta kötüleyici bir üslupla kaleme alması, tarihi öğrencilerin gözünde sıkıcı bir ders haline getiriyor. Ancak son yıllarda Osmanlı hakkında kulaktan dolma bilgiler dışında gerçek anlamda yüzlerce yıl ayakta nasıl kalabildiğini araştıran kitaplarda yazılıyor.

Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal'ın yazdığı "Osmanlı Müesseseleri Tarihi" adlı kitap, 15. yüzyıldan 18. yüzyılın başına kadar 250 yıl bulunduğu coğrafyanın tek belirleyici siyasi gücü olan Osmanlı'nın siyasi, askeri, Mali teşkilatı ve dayandığı hukuki çerçeveye ışık tutuyor. Tarihçi Ünal, belgelere göre klasik cumhuriyet dönemi resmi Osmanlı tarih yazıcılarının tersine, devletin kuruluşunda bile ilk padişahların öyle zannedildiği gibi okur yazar olmayan, basit birtakım göçebe aşiret reisleri olmadığını gösterdiğini söylüyor. Prof. Dr. Ünal, "İlk Osmanlı padişahları zamanında tanzim edilen vakfiye ve mülknameler incelendiğinde, Osman Gazi ve arkadaşlarında bey, paşa gibi yerleşmiş belirli unvanlar, mükemmel Arapça yazan hakim ve katipler, gelişmiş kayıt ve tescil usullerinin görülmesinin, onların zannedildiği gibi okur yazar olmayan göçebe aşiret reisleri olmadığını gösteriyor. Ertuğrul Gazi ve Osman Bey'in Selçukluların birer uç beyi oldukları ve Selçuklu devlet geleneği içinde yetiştikleri gözönüne alınırsa bu kurucuların basit kabile reisi olmayıp tecrübeli birer Selçuklu devlet adamı olduğu tezi mantıklı bulunur." diyor.

OSMANLI ATAMALARINDA KRİTERLER: DİNDARLIK, EHL-İ VUKUF VE SIRAT-I MÜSTAKİM OLMAK

Osmanlı Devleti'nin, kuruluşundan 150 yıl sonra bir imparatorluk haline gelerek dünyaya hükmetmesini İslamiyet inancındaki samimiyetine bağlayan Ünal, kuruluş dönemine ait kaynaklar üzerine yapılan tetkiklerde bunun açıkça görüldüğünü belirtiyor: "Osman Gazi'nin Şeyh Edebali'nin tekkesinde gördüğü rüya ve Kur'an'a duyduğu hürmet, Orhan Gazi ve 1. Murad'la beraber diğer hükümdarların şeyh, müderris, derviş, alim ve mutasavvıflara karşı gösterdikleri izzet ve ihtiram bir fikir veriyor. Bazılarının zannettiği gibi hükümdarlar, siyaseten böyle davranıyor değillerdi. Bu konuda son derece samimi olduklarında şüphe yoktur. Enderun ve Harem'deki eğitimin esası da dine dayanmaktadır. Şehzadelerin eğitiminde de din en önemli yeri tutar. Devlet ve sosyal hayatta dindarlık, en önemli haslettir. Bir göreve tayin edilecek kişide aranan üç özellikten en baştaki dindarlık, sonra ehl-i vukuf ve sırat-ı müstakim üzere olmaktır."

PADİŞAHLAR KUDRETİNİ EN ÇOK, HALKA ZULMEDEN MEMURUNA KARŞI KULLANIRDI

Osmanlı padişahlarının nazari olarak "mutlak hakim" olduğunu ancak onu bağlayan şeri ve örfi kanunlar bulunduğunu belirten Mehmet Ali Ünal, hükümdarın en önemli görevinin şeriatın tatbiki ve muhafazası olduğunu vurguluyor: "Padişahlar, aldıkları eğitim gereği icraatlarında halka merhametli davranırken devletin kudret ve nüfuzunu temsil eden, adaletin sağlanmasında görevli 'ehl-i örf' denen memurlarının halka (reaya) zulmetmesine hiç tahammül edemezlerdi. Hangi mevkide olursa olsun, 'Reayaya zulmediyor' şeklindeki bir şikayette az da olsa bir haklılık payı varsa burada derhal yargı yetkisini kullanır, çoğu kez idam ettirirdi. Bu konuda Yavuz Sultan Selim zamanında insanların kendi aralarında birbirlerine kızdıklarında, 'Sultan Selim'e vezir olasın.' diye beddua okudukları meşhur hikayedir; çünkü memurların halka zulümlerinden padişahın sorumluluğu, şehzadeliğinde aldığı eğitimlerde verilen en önemli derslerden birisiydi."

'OSMANLI İNSANININ ÖZELLİĞİ, KİMSEYE MİNNET ETMEMESİDİR'

Prof. Dr. Ünal, Osmanlı'nın müesseselerini anlatırken Osmanlı insanının özellikleri hakkında da şu bilgileri veriyor: "Osmanlı kavramının siyasi ve askeri manasından başka vakur, hamiyetli, salabetli, şecaatli, mürüvvetli, cömert, merhametli, ferasetli, faziletli, celadetli, nezaketli, şerefli ve haysiyetli bir insan tipini ifade eden 'Osmanlı adam' ya da 'Osmanlı kadın' gibi sıfat haline gelmesi, kültürünün temel özelliğidir. Osmanlı insanı bu dünyayı fani bulan, fani bulduğu için de ona metelik vermeyen, serazad ve kimseye minnet etmeyen bir özelliğe sahiptir."